Vicdanla baş veya başlar arasında

Geçenlerde bir elektronik posta (e-mail) hatırlatıyordu.

Merhum Necip Fazıl Kısakürek, Türkiye'nin her tarafının heykellerle doldurulması karşısında her yeni şef için ayrı heykeller yapılmasın diye şöyle bir teklifte bulunmuş: "Çok sayıda heykel gövdeleri yapalım ve hangi şef iktidara gelirse onun sadece başını döktürüp, öncekinin başı yerine bu gövdelere vidalayıp monte edelim."

Bu teklif, fakire Kur'ân-ı Kerim'de Enbiyâ ve Sâffât sûrelerinde Hz. İbrahim'le alâkalı olarak anlatılan bir hadiseyi çağrıştırdı. Putatapıcılık karşısında kavmine bir ders vermek isteyen Hz. İbrahim (as), halkın bayram için dağıldığı bir zamanda tapınağa girip en büyüğü dışında bütün putları kırar. Derken, putlarının kırıldığını gören halk, öfkeyle Hz. İbrahim'e "Bunu sen mi yaptın?" diye çıkışır. Hz. İbrahim, büyük putu işaret eder ve "İşte büyükleri. Eğer konuşurlarsa, putların kendilerine sorun!" der. Halk, kendilerini bile korumaktan ve konuşmaktan âciz putlara tapmanın ne kadar yanlış olduğu gerçeği karşısında bizzat vicdanlarına, hem de birbirlerine itirafta bulunurlar: "Biz zalimleriz; yanlış yoldayız, haksızlık yapıyoruz!" Fakat hemen arkasından nefis, nefsaniyet ve şeytan devreye giriverir; giriverir de, "başlarına ve/veya reislere döndürülüp" doğrudan saptırılır ve "Atın İbrahim'i ateşe!" diye bağrışırlar.

Benzer hadise, Hz. Musa ile Firavun'un sihirbazları ve elemanları arasında da geçer. Bir bayram günü, bayram yerinde sihirbazlarla karşı karşıya gelen Hz. Musa (as), önce sihirbazlara etkili bir tebliğde bulunur. Sihirbazların tesir altında kaldığını gören Firavun'un elemanları derhal sihirbazları toplar ve "Buna kanmayın. Safları sıklaştırın, sağlam durun. Kazanacak ve Firavun'un gözdeleri olacaksınız!" diye teşvikte bulunurlar. (Tâ-Hâ Sûresi/20: 61-64)

Kur'ân-ı Kerim'de anlatılan kıssalar, aslında insanlık tarihinin hem bu tarihi, hadiseleri hem de insanları anlama adına birer sembol, birer model olma niteliğine sahiptir. Tarih boyu aynı mahiyetteki hadiselerin farklı öznelerle tekrarlanageldiğini görürüz. Tarih, misliyle tekrarlanır; yani, meselâ ağaçların bu yılki çiçek, yaprak ve meyveleri geçen yılki çiçek, yaprak ve meyveler değildir; kimlik olarak farklıdırlar; fakat mahiyet olarak aynıdırlar. Tarih de, böyle aynı mahiyetler temelinde farklı kimliklerle tekerrür eder durur. Bütünüyle tefessüh etmemiş vicdan, doğruyu söyler. Fakat birden nefis, nefsaniyet ve şeytan devreye giriverir, birden birtakım operasyon enstrümanları devreye sokulur ve aynı insanlar, "başlarına döndürülüp", doğrudan saptırılırlar. Bu baş, menfaat olur; hubb-u câh, yani insanlar nazarında mevki sahibi olma veya bu mevkii koruma arzusu olur; makam ve mevki hırsı, "para hırsı, şöhret hırsı, kadın hırsı" olur; birtakım unvanlar ve bu unvanları muhafaza kaygısı olur; particilik, taraftarlık ve ideolojik saplantı olur; ferdî enaniyet, parti enaniyeti, cemaat enaniyeti, meşrep enaniyeti olur; nefisperestlik olur; kıskançlık, gurur ve kibir olur; kayda geçmiş bazı kirlilikler, yolsuzluklar, suistimaller olur. Ayrıca, reis veya reisler, yani başkanlar olur. Vicdanlarında haksızlıklarını, yanlışlarını kabullenenler, birden bu başlara ve reislere döndürülüverince vicdanlarına, inançlarına, değerlerine rağmen yazar, çizer, konuşur ve davranırlar.

Mısır'da İsrail Oğulları Hz. Musa'ya serzenişte bulunurlar: "Sen gelmeden önce de hep işkenceye maruzduk, şimdi de maruzuz." Hz. Musa (as), şu çok önemli cevabı verir: "Bakarsınız, Rabb'iniz düşmanınızı helâk eder de, onların yerine size hakimiyet verir ve o zaman nasıl davranacaksınız, bir de ona bakar." (A'râf Sûresi/7: 129) Mazlum iken sabırla ve zulme karşı mücadele ile imtihana tâbi tutulanlar içinde kazananlar çok olmuştur. Sıra hakimiyet ve nimetlerle, dolayısıyla şükürle imtihana tâbi tutulmaya geldiğinde ise bu aynı insanların pek çoğu kaybetmiş ve dökülmüştür. Samimiyet, inanç ve karakter, şükürle imtihan vaktinde ortaya çıkar. Şahit olarak tarih yeter..

(Zaman gazetesinden alınmıştır)