İSTANBUL (AA) - Üsküdar Üniversitesi tarafından düzenlenen "Psikiyatrik ve nörolojik hastalıkların beslenme tedavisinde güncel konular" temalı 1'inci Ulusal Beslenme ve Diyetetikte Güncel Yaklaşımlar Kongresi, NP Sağlık Yerleşkesi İbni Sina Oditoryumu’nda 24-25 Mayısta önemli isimleri bir araya getirdi.
Açıklamada etkinlikteki konuşmasına yer verilen Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nazife Güngör, beslenmenin sosyolojik, psikolojik ve kültürel yanlarının oldukça önemli olduğunu belirterek, "Beslenme dediğimizde işin içine pek çok boyut giriyor. Tabii sağlıklı olabilmek için sağlıklı beslenmek, kararında, gereği kadar yiyebilmek önemli. Bütün bunlar beslenme uzmanlarımızın işi. Ancak uzmanların işi sadece reçete vermek değil. Genelde toplumdaki algı, uzman bir reçete verir günlük beslenme akışınızı düzenler şeklinde. Sağlıklı beslenme kavramının içinde sağlıklı yaşamak var." açıklamalarında bulundu.
Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Arif Aktuğ Ertekin de beslenmenin doğumdan önce başladığına, gebelik sırasında annenin beslenmesinin çocuğun gelişimini etkilediğine vurgu yaparak şöyle devam etti:
"Düzenli ve dengeli beslenme gerçekleşmediğinde bebekte birçok sorun ortaya çıkabilir. Doğru beslenme olmazsa erken doğum, annede ortaya çıkan tansiyon yükseklikleri, bebeklerin düşük doğum ağırlıklı veya tam tersi fazla ağırlıklı doğması gibi sorunlar görülebilir. En önemli ve en değerli kavram anne sütü. Anne sütü bütün anneler için eşit bir değer. Herkes az veya çok bunu aldığında alabileceği en güzel şeyi, evrensel bir değeri eşit olarak almış oluyor."
Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Doç. Dr. Müge Arslan ise beslenmenin, anne karnındaki dönemden itibaren insan yaşamında oldukça önemli ve hayati bir eylem olduğunu aktardı.
- "Pek çok terapi tekniği beynin bozulmuş bağlantılarını düzeltmeye çalışıyor"
Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan da, klinisyenlerin uyguladığı pek çok terapi tekniğinin beynin bozulmuş bağlantılarını ve network'lerini düzeltmeye çalıştığına vurgu yaparak, "Beyin enerji tüketimiyle yakından ilişkilidir ve beslenme ile mikrobiyota dengesi, beyin-bağırsak aksı üzerinden etkilidir. Beyin ve bağırsak konuşuyor. Böyle bir mekanizma var. Bazen bağırsak beyin fonksiyonunu etkiliyor. Bazen de bir kişi beynini yönetemediği için bağırsaklarını da bozmuş oluyor." ifadelerini kullandı.
Herkese aynı standart diyet önerilerini uygulamanın bireylerin beslenme alışkanlıklarını olumsuz etkileyebildiğine dikkati çeken Tarhan, şöyle devam etti:
"Vücudumuzla beynimiz konuşuyor, bunu bilmek gerekir. Beyindeki enerji tüketimi de çok önemli. Vücuduna giren beden ağırlığının yüzde 2'si beyindir. Kalp debisinin yüzde 15'ini kullanıyor beyin. Kalp debisinin ve bütün bedenin toplam oksijen ve glikoz kapasitesinin yüzde 25'ini kullanıyor. Beyin vücudumuzun yüzde 2'si. Vücuda gelen oksijen ve glikozun yüzde 25'ini kullanıyor. Bu çok ciddi bir şey, vücutta kaynak tüketen, enerji kaynağını tüketen bir organ."
Beynin sessiz değil sessizce çalışan bir organ olduğunu aktaran Tarhan, "Uykuda beynimiz uyumaz. Hele REM döneminde aynı gündüz uyanık gibi beyindeki dalgalar aynıdır. Hızla bütün enerjileri tüketmeye devam ediyor beyin. Hatta uykuda beyin, biraz küçülüyor. Damar çevresi genişliyor. Vücutta biriken bütün yorgunluk maddeleri, oksidasyon, oksidatif, birikimler hepsi damar çevresindeki lenf gibi bir yol oluşuyor. Oradan damarın içine giriyor. Uyku olmazsa beyinde toksik maddeler birikiyor. Uykusuz kalmak zihinsel bağlantıları bozuyor." bilgilendirmelerinde bulundu
Beyin dostu beslenmeye, günlük ana öğünler ve ara öğünlerin önemine vurgu yapan Tarhan, yemek alışkanlıklarının da çocukluktan itibaren öğrenildiğini, elinde tabak çocuğun arkasından dolaşılıyorsa o çocuğun ileride beslenme bozuklukları yaşama ihtimalinin çok yüksek olduğunu belirtti.
Marmara Üniversitesi'nden Prof. Dr. Feyza Arıcıoğlu ise gerek nörolojik gerek psikiyatrik hastalıkların temelinde diğer bütün bileşenlerin yanında kaçınılmaz biçimde yaşam şekli ve beslenmeyi dikkate almak gerektiğini ifade ederek, "Günlük hayatın içerisindeki stres, kronikleşen stres, stres temelli depresyon, anksiyete, bipolar bozukluklar, şizofreni gibi hastalıklara baktığımızda bunların çoğunda da ya duygusal bastırma anlamında bir beslenme bozukluğu ya da tam tersini görüyoruz. Dolayısıyla psikiyatrik hastalıklarla beslenme bozuklukları çok iç içe seyreden durumlar." yorumunu yaptı.