CENEVRE Otomobil Fuarı’nın sanki tam kalbindeyiz.
Bana, “Dünyanın bu en önemli otomobil fuarının merkezi neresidir” diye sorarsanız, “İşte burasıdır” diye cevap veririm.
Hemen sağında dev bir marka... Cadillac...
Öteki taraf Bugatti...
Üç adım ötede, dünya otomobil tarihinin efsane tasarımcısı Bertone’nin standı.
İşte bu devlerin tam ortasında tanıdık bir isim.
“Karsan...”
Bir Türk otomobili...
Hani Başbakan “Otomotivde bir Türk markası istiyorum” demişti ya, işte o marka yaratılmış.
Yürür vaziyette önünüzde duruyor.
* * *
Salonun tam ortasına iki araba yerleştirilmiş.
Biri normal pozisyonda duruyor, öteki yan yatırılmış. Tavanı tamamen cam. Arabanın içini bütün ayrıntıları ile görüyorsunuz.
Dünyada, hareket kabiliyeti sınırlı insanlar için tasarlanmış ilk araba.
New York taksi ihalesine girmiş ve ilk 3’e kalmış.
Hem de Ford ve Nissan gibi devlerin arasında.
Şehrin valisi kişisel bir kararla, ihaleyi Nissan’a vermiş.
Bunun üzerine Amerika’daki “hareket engelli” insanların derneği, kendilerine uygun taksi meselesini mahkemeye götürmüş ve mahkeme de bunu haklı görerek davanın açılmasına karar vermiş.
Yani bu Türk arabası, tasarımı ve yaratıcı zekâsıyla, Amerika’daki “toplu taşıma sistemini” sarsıyor.
* * *
Önce Jan Nahum çıkıp, yaptıkları arabayı büyük bir tutkuyla anlatıyor.
Arkasından İnan Kıraç.
Sonunda Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan konuşuyor.
“Başbakan otomotivde Türk markası yaratacak bir babayiğit yok mu diye sormuştu” diyor. Cevabını kendi veriyor:
“Bakın babayiğitler çıkıyor” diyor.
Gerçekten de karşımızda, A’dan Z’ye Türk mühendisleri, Türk tasarımcıları, Türk müteşebbis ruhuyla hazırlanmış mükemmel bir araba duruyor.
* * *
Mavi Jeans, yıllar önce “Bu Türkler fazla oluyor” diye bir kampanya yapmıştı.
Önceki gün Cenevre Fuarı’nda, Karsan’ın yaptığı arabaya bakarken şunu düşündüm.
Türkler fazla olmuyor, eksik bile kalıyor.
Bu yüzyılda bütün dünyanın Türkiye’yi daha çok konuşacağına bütün kalbimle inanıyorum.
Özal döneminden beri büyük bir heyecanla savunduğum “Türk girişimciliği” artık büyük ve emin adımlarla yürüyor.
PAZARTESİ akşamı Cenevre’nin en tanınmış restoranlarından Lyon d’Or’dayız.
Masada benim dışımda bir gazeteci daha var. Güneri Cıvaoğlu.
Karsan grubundan İnan Kıraç, Jan ve Klod Nahum’un davetlisiyiz.
Konu tabiatıyla ürettikleri araba.
Arabanın en büyük kozlarından biri, engelli insanların kolayca inip binebilmeleri için tasarlanmış olması.
Masadaki tartışmada ilginç bir şey öğreniyoruz. Amerika’da insanlar artık “handicapped”, “engelli” gibi kavramları sevmiyorlarmış.
Onun yerine, “Hareket kabiliyeti sınırlı insan” gibi kavramlar kullanmaya başlamışlar.
Türkiye’de de böyle bir tartışma yaşanıyor.
Önceleri “sakat” kelimesini kullanıyorduk. Sonra bunun yerine “özürlü” kelimesine geçildi.
Sonradan onun yerine “engelli” kelimesi kullanılmaya başlandı.
Ancak Türk Dil Kurumu’nun “Büyük Türkçe Sözlüğü”nde hâlâ “özürlü” kelimesinin tercih edildiğini görüyorum. Sözlükte örnek olarak “bedensel özürlü”, “zihinsel özürlü” “konuşma özürlü” gibi tamlamalar kullanılmış.
“Engelli” kelimesinin karşılığında ise, “Vücudunda eksik veya kusuru olan” ifadesi kullanılmış.
OTOMOBİL dediğimiz şeyin cinsiyete yönelik bir karakteri var mıdır? Araba erkek mi, yoksa kadın mıdır? (Dişi kelimesini sevmediğim için kadın diyorum.)
Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, önceki gün, Cenevre Fuarı’nda Karsan’ın arabasını sunarken şöyle bir ifade kullandı:
“İşte bizim damadımız. Bir delikanlı...”
Öğle yemeğinde şaka yaptım:
“Sayın Bakan yarın kadın derneklerinden tepki alabilirsiniz.”
Bakan, arabayı sunarken, ona “erkek” bir karakter verdi.
Reklamcılık psikolojisinde bu konular tartışmalıdır.
Fransızca dilinde araba “dişil” bir kelimedir.
Birçok dilin karakterinde de böyledir.
Arabalarda estetik çizgiler çok önemli. Onu bir kadına benzeterek anlatmak daha güzel değil mi?
Eğer iş “güven vericilikle” ilgiliyse Sayın Bakan’a, hayatın bana öğrettiği bir gerçeği aktarmak isterim:
Kadınlar, erkeklere göre hem daha cesur, hem daha güvenilecek insanlardır.
* * *
Bu yemekte Ekonomi Bakanı ile ilgili bazı gözlemlerim oldu.
Bir kere genç ve dinamik bir ekiple çalışıyor.
Yaptığı işe ve Türkiye’nin gücüne inanmış. Heyecanı her halinden belli oluyor.
Geçenlerde Ege Denizi’nde batan Türk yapımı mega yat konusu açıldı. Anında Ankara’ya açıp bu konuda bilgi aldı.
Yanında bir iPad’le geziyor. Anlattığı bir konunun grafiklerini anında gösteriyor.
DÜN Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Cemil Çiçek aradı. 20 Mayıs 1997’de Refahyol Hükümeti’ni düşürmek için yapılan gensoru oylamasında niye “Evet” oyu kullandığını söyledi.
ANAP, o oylama için grup kararı almış. “Daha önce, bu konudaki görüşümü kendisine aktarmıştım. Ama hem grup kararına aykırı davranmak hem partide kalmak olmazdı” dedi.Ben “zamanın ruhunu” anlatmak için o örneği vermiştim.
O oylamada hükümet ortağı DYP’den başta Doğan Güreş ve Yıldırım Aktuna olmak üzere 7 milletvekili kabul oyu kullanmış.
Aralarında Ünal Erkan, Hasan Karakaya, Haluk Müftüler olmak üzere
6 DYP’li oylamaya katılmamış.
Yani hükümetlerini desteklememiş.
ANAP grup kararı almış ama, Korkut Özal, o gün yurtdışında olduğunu belirtip oylamaya katılmamış. Yani hükümetin düşürülmesi yolunda oy kullanmamış.
En ilginci de şu: Refah Partisi’nden bir milletvekili, hükümetin düşürülmesi için evet oyu vermiş.
Çoğu DYP’den ayrılan
10 bağımsız milletvekili de “Evet” oyu kullanmış.
“Öyle geçerdi ki zaman” derken bunu anlatmak istiyorum.
Tabii, 28 Şubat MGK kararları ve onların uygulama kararları altındaki “ıslak imzaları” bir kere daha hatırlatmama gerek yok.
(Hürriyet)