Hollanda’da ‘Türkiye’nin uzun eli’ tabiri hep birileri tarafından kullanılmıştır. Hollandalı yazar Chris Nibbering ve Mohamed El Fers’in “Türkler ne kadar tehlikeli(!)” adlı eserlerinin ilk cümlesi şöyle: “Hollanda’da gökten yağmur yağsa suç Bozkurtların”. Hollanda’nın o yıllarını bilenler, hatırlayanlar bu kitabın neden böyle bir başlıkla çıktığını tahmin edebilirler. Türk soluna mensup olmayan, ama Hollanda toplumunda yükselen, siyasette, kültür ve sanatta, sivil toplumda öne çıkan her Türk potansiyel Bozkurt ya da Ankara’nın muhtemel elemanıydı... Tabii bu kitap, yaklaşık yirmi yıl süreyle ‘Köpeksiz köy buldu değneksiz gezer’ misali sosyal alanı parselleyen Türk solu ve onun Hollandalı yardakçılarının kafalarına balyoz gibi inmiş ve ‘su geldi, teyemmüm bozuldu’ misali, tüm ezberleri bozmuştu.
Şimdilerde de, Medya Komiserliğinin 19 Eylülde İslami radyo ve televizyon yayını hakkında vereceği kararı ertelemesiyle, yayın hakkını alacak müslüman yöneticiler hakkında müthiş bir tartışma başladı. Tartışma Trouw gazetesinde ‘İslami radyo ve televizyon yayınında Türkiye’nin uzun eli’ başlıklı yazısıyla start aldı. Ve Müslüman kuruluşların yöneticileri arasında, tam çeyrek asır süren radyo ve televizyon yayın hakkı kavgası yeniden alevlendi.
Tabii ki her kuruluş ya da her blok bu işe kendilerinin layık olduğunu söylerken, diğer Müslümanların bu işi yapamayacaklarını iddia etmekteler. Müslüman yöneticiler, yirmibeş yıldır, radyo ve televizyon yayınında adeta bir güç kavgası göstererek tarihe geçtiler. Birbirlerini bir yerlere ihbar etmekle tecrübe sahibi olan bu Müslüman yöneticiler acaba yirmibeş yılın bir muhasebesini yapmayı düşünmezler mi? Muhasebe yaparken, yirmibeş yılda televizyon ve radyo yayıncılığında kaç tane uzman yetiştirdiklerini de sorsunlar lütfen.
Bunlar sorulmazsa, ‘Koyunun olmadığı yerde keçiye, Abdurrahman Çelebi’ demeye devam ederler.
Türk sivil toplum örgütleri
12 Eylül erken genel seçimlerinin ardından, Hollanda’daki Türk sivil toplum örgütleri tartışması yeniden gündeme geldi. Kimileri sivil toplum örgütlerinin seçim sonuçlarından hareketle sınıfta kaldığını söylerken, kimileri de Türk sivil toplum kuruluşlarının iflas ettiğini yazdılar. Elbette bu görüşler tartışılabilir. Ancak karşımıza çıkan bir gerçek var ki, o da sivil toplum örgütlerinin misyon, kalite, temsil, yaptırım, kamuoyu-medya-siyaset’i etkileme gücünü artık açık açık tartışmaya açmamızdır. Kanaatime göre Hollanda Türk toplumu bu konuyu enine boyuna ele alabilecek ve geleceğe dair karar verebilecek seviyededir. Çok sık duyduğumuz, sivil toplum örgütlerinde gençlerin önünün açılması gerekir, sivil toplum örgütleri günümüz Hollanda’sını anlayabilmiş değiller, sivil toplum örgütleri 1980 Türkiye’si öncesi siyasi yapıya göre gelişmiştir gibi tüm iddialar, öngörüler tartışılmalıdır. Bir sivil toplum örgütünün başındaki birisi olarak bu tartışmadan zevk alacağımı, fikrin fikirden üstün olduğunu açıkca ifade etmek isterim.