büyük resmin yerine günün en çok parıldayan başlığını tartışıyoruz. Bu, bir gün Annan'ın ziyareti oluyor, öbür gün, düşürülen uçağımız, diğer gün grup toplantısında yapılan bir konuşma ya da bir Esad röportajı.
Mesele iç işimiz olarak tanımladığımız bir konuysa, sınır boyumuzda yığılmış onbinlerce insanın kaderini ilgilendiriyorsa ve aynı zamanda yanıbaşımızda ve dünya dengelerinin kilitlendiği bir alanda da sıkışıp kaldıysa, Türkiye'nin ilgisini normal kabul edebiliriz. Ancak sorun, Rusya'nın Çin'in, ABD'nin, Avrupa'nın ve İran, İsrail, Suudi Arabistan gibi bir çok ülkenin de en az bizim kadar bu konuya duyarlı olması. Sorun, enerji koridorlarından, Kürt meselesine, mezhep kavgalarından Akdeniz'in askeri dengelerine kadar her boyutun kavranması. Sorun, dengesini kaybetmiş bir dünyada Bahar niyetine esen rügarların ters rüzgarlarla karşılaşıp yıkıcı fırtınalara dönüşmesi. Zor bir dönem ve zorlu bir süreç. Bugün gelinen noktada Türkiye'nin hallerine de değinmek gerekir diye düşünüyorum. Özetle...
1 Sokaktan Meclis'e kadar her alana sirayet eden bir uyumsuzluktan söz edebiliriz. Bir yanda sırf hükümetin ya da daha özelinde dışişlerinin zorda kaldığına sevinen bir yaklaşım, diğer tarafta her türlü eleştiriyi hainlikle özdeşleştiren bir tutum. Bir tarafta yapılan herşeyin yanlışlığına inananlar, diğer tarafta herşeyin kontrol altında olduğuna ve doğruluğuna kefil olanlar. Bu aralar siyahla beyaz 'in', gri pembe, mor, kırmızı, her türlü renk 'out'. Esad'a karşı iseniz savaş çığırtkanısınız, Esad'ı destekliyorsanız barış güvercini; ya da tersinden gidelim 'Esad'a karşı iseniz demokrasi ve insan hakları şampiyonu' eğer destekliyorsanız 'kana susamışların işbirlikçisi'. Arada derede kalıp da 'ama', 'lakin' diye başlayanların iki tarafça da lanetlendiğini belirtmeden geçmeyelim. Eh, buradan Suriye'ye dair ne çıkartırız bilemiyorum ama biz yine Türkiye'ye ait yeni bir çatışma konusu üretmenin şaşırtıcı hazzını (!) yaşıyoruz.
2 Suriye meselesinin bu şekilde herhangi bir nihayete ulaşmadan sürüncemede kalması Türkiye için en kötü durum. Hem iç barışımız hem de dış politikamız açısından komşumuzun bir an önce istikrara kavuşması gerekiyor. Sınırımıza yığılan göçmenler bir yana, Suriye ve güneyindeki ülkelerle ekonomik ilişkilerimiz de ciddi sekteye uğramış durumda. Beşar Esad'ın Arap baharından Suriye'ye yansıyan etkilere demokratik ve çağdaş bir tepki vermek yerine Soğuk Savaş döneminden kalma yöntemlere yönelmesi, süreci bu hale getiren en önemli faktör. Bugün gelinen noktada yeni bir sisteme geçişi isteyenlerin de, eski sistemi sürdürmek arzusunda olanların da ondan vazgeçmeleri bir önkoşul haline gelmiş durumda. Esad'lı bir barış planının bunca kandan sonra yürümesi oldukça zor ama yumuşatılmış bir BAAS'lı istikrar daha mümkün görünüyor. Zaten mesele de çeşitli kamuoyu manipülasyonları ile BAAS'tan çok Esad haline gelmiş durumda. Rusya'nın Suriye'ye silah satışını durdurmasına bakarak uluslararası pazarlığın bitmeye yakın olduğunu söylemek mümkün. Bu bakımdan Annan'ın son turlarının bundan öncekilere nazaran daha fazla umut vaadettiğini düşünüyorum. Türkiye de, son gelinen noktada Esad'a karşı ama Suriye halkının yanında bir ülke profili sergileyerek bir sonraki döneme yatırım yapmış olabilir.
3 Türkiye'nin Esad sonrası dönemde Suriye ile iyi ilişkiler kurmaması için bir sebep yok. Bu ülkede ister Rusya etkin olsun, ister Batı ittifakının kontrolü artsın, her şekilde Türkiye'nin problem yaşaması gerekmez. Suriye ile ilişkiler bir savaş formatına oturmadığı sürece geleceğe yönelik ilişkilerde bir sorun yaşanmaz. Buna karşın Suriye halkını mağdur edebilecek her türlü tavır (elektriklerin kesilmesinden, sınırın kapatılmasına, askeri müdahaleden ablukaya kadar) gelecekteki ilişkileri ipotek altına alacaktır. Uçağımızın düşürülmesi buna yönelik bir provokasyondur. Hesabını Suriye'den değil, Esad'dan kesmekte de fayda vardır.
(Akşam gazetesinden alınmıştır)