Türkiye’de eğitim Erdoğan’la mı başladı?

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın son dönemde eğitim konusunda yaptığı ilginç bir açıklamanın Türk kamuoyunda yeterli ölçüde tartışılmadığını düşünüyorum.

Başbakan’ın 29 Haziran tarihinde Erzurum’da Atatürk Üniversitesi’nde kendisine fahri doktora verilmesi dolayısıyla düzenlenen törende yaptığı konuşmayı kastediyorum.

EĞİTİM YOKTU ÖĞRETİM VARDI

Erdoğan, büyük ölçüde eğitim politikalarına ayırdığı bu konuşmasında “Eğitime yaptığımız çok büyük yatırımlarla, eğitimin altyapısına olduğu kadar, kalitesine yönelik reformlarla, Türkiye’de eğitim anlayışını artık kökten değiştiriyor, küresel rekabette iddia sahibi olacak bir eğitim sistemini Türkiye’ye kazandırıyoruz” diye söze giriyor.
Ve ardından şu kritik cümleleri sarf ediyor:
“Son yıllara kadar aslında Türkiye’de eğitim yoktu. Olsa olsa öğretim vardı. Eğitime yeni yeni geçen bir Türkiye var. Şimdi eğitim ve öğretimi iç içe birlikte yürütür hale geliyoruz. Şimdi teori ile pratiği yakalayan bir yapıyı hayata geçiriyoruz.” 
Başbakan’ın “Son yıllara kadar aslında Türkiye’de eğitim yoktu” şeklindeki sözlerinin maksadını aşan bir beyan olduğunu düşünüyorum.
Çünkü bu sözler, çıplak anlamıyla Cumhuriyet tarihinde AK Parti 2002’de iktidara gelene kadar geçen dönem içinde eğitim alanında bir şeyin olmadığı gibi gerçeklere tekabül etmeyen bir önermeye dayanıyor.
Ama daha önemlisi, bu önerme, eğitim alanında AK Parti’den önce elde edilen kazanımlara, ortaya çıkmış olan kurumlara, ülkenin eğitimli insan sermayesine ve bu alanda heyecanla, inançla çaba sarf etmiş insanların emeğine karşı büyük bir haksızlık içeriyor.

HAKKANİYETTEN UZAKLAŞMAK

AK Parti öncesi dönemin eğitim politikalarının olması gereken ölçülerde başarıyı sağlamadığı konusunda eleştirel bir tez pekâlâ ileri sürülebilir. Ancak böyle bir tezi öne sürmekle “eğitimin aslında hiç olmadığını” iddia etmek arasında bir uçurum var.
Aslında bu sözleri, Başbakan’ın başka başlıklara ilişkin açıklamalarında da sıkça karşımıza çıkan bir durumu tekrarlıyor. Erdoğan, Türkiye’nin tarihinde kendisinden önceki dönemde muhtelif alanlarda ortaya konmuş olan birikimi genelde küçümseyen, pek çok şeyi kendisiyle başlatan bir bakış açısı sergiliyor. Bu bakışı ne yazık ki, zaman zaman kendisini hakkaniyet ölçülerinden de uzaklaştırıyor.
Erdoğan’ın bu yaklaşımının çok tipik bir örneği geçenlerde Kanal 24’teki şu sözleridir: “Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde 79 senede yapılanlara bakın eğitimde, bir de bizim şu son 9 senede yaptığımıza bakın... Mukayesesi kabil değil.”
Bu ifadelerden Başbakan’ı Cumhuriyet’in kendi iktidarından önceki 79 yıllık dönemiyle sürekli bir rekabet içinde gördüğünü anlıyoruz. Vardığı noktada rekabet bir tarafa, eğitimde kendi dönemini 79 yılın toplamının üstünde bir mertebeye çıkardığını kendi sözlerine dayanarak söyleyebiliriz. 

EĞİTİME AYRILAN KAYNAK ARTTI, ANCAK...

Tabii bu iddialı beyanlarda bulunurken yine Kanal 24 mülakatında “Bütçemizin yarısını eğitime ayırıyoruz...” gibi dil sürçmesi olduğunu zannettiğimiz ifadeler de duyabiliyoruz Başbakan’dan.
Geçen yıl kesinleşmiş olan kamu eğitim harcamalarının merkezi yönetim bütçesine oranı yüzde 16.3 düzeyindeydi. Bu oranın 2012’de yüzde 15.9 olarak gerçekleşmesi bekleniyor. AK Parti 2002’de işbaşı yaparken bu oran yüzde 12.1 dolayındaydı. Bu anlamda önemli bir reel artış sağlanmıştır eğitim harcamalarında. Ayrıca bu yıl “FATİH Projesi”ne ayrılan bütçe dışı kaynakla birlikte bu oranın biraz daha yükselmesi beklenebilir. Ancak bütçenin yarısına gelebilmesi imkânsız gibi gözüküyor.
Her halükârda eğitim bütçesi Türkiye’nin son 10 yıl içindeki ekonomik büyümesinden payını doğru orantılı bir şekilde almıştır.
Gelgelelim, eğitim harcamalarının gayrisafi yurtiçi hasıla içindeki oranı yüzde 3.8’in üzerine çıkamamıştır son 3 yıl içinde. OECD ülkelerinde bu oran norm olarak yüzde 5’tir. 
Başbakan, eğitimde gerçekten büyük bir iddia ortaya koymak istiyorsa, öncelikle OECD’nin bu hedeflerini yakalamak, bu çerçevede eğitim bütçesinde daha da büyük bir sıçrama yapmak durumundadır.
“Niceliğe” ilişkin veriler bir tarafa, geçen 10 yıl içinde eğitimin “niteliği”nde gerçek anlamda bir sıçrama olup olmadığı ise çok tartışmalıdır ve ayrı bir yazının konusudur.

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)