Orhan Pamuk, Türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük yazarlarından biri. Dünya çapındaki değeri Nobel edebiyat ödülünü kazanmasıyla tescillendi.
Onun siyasi konulardaki değerlendirmeleriyle hemen her zaman mutabık oldum. Pamuk, geçen ay Almanya'nın haftalık gazetesi "Die Zeit"tan Michael Thumann'a verdiği mülakatta, "Türkiye burjuvazisine katlanamadığını" söyledi.
Ve şöyle devam etti: "Burjuvazi beni çok sinirlendiriyor. Küstahlıklarından tiksiniyorum. Dar görüşlü ve bencil oldukları gibi, kendi halklarından da nefret ediyorlar... Onların yaşamı benim de yaşamım. Aynı sınıftan, aynı sokaktanız... Burjuvazi beni öfkelendirir. Havalı olmalarından hoşlanmam. Egoistlikleri ve kendi vatandaşlarından nefret etmelerinden hiç hazzetmem. Laik Türk üst sınıfını askerî müdahaleler de, Kürtlere yapılan baskılar da rahatsız etmez. Türk kadınlarının birçoğuna, sadece başörtüsü taktıkları için tepeden bakarlar. Bu tutumları bana, eskiden Güney Afrika'da beyazların siyahlara bakışlarını anımsatır." Pamuk, bir soru üzerine de, Türk üst sınıfının son on yıllarda servetini üç misli artırdığını, ama siyaset alanında eski gücünü yitirdiğini söyledi. Ve şunları ekledi: "Akıllı olan gerçeği kabullendi. Saygı edinme konusunda mesafe kaydetmeye başladılar..."
Pamuk'un sözleri, ondan şu noktalarda ayrıldığımı düşündürdü: Evet, Türkiye'de "İstanbul burjuvazisi" olarak da andığımız, TÜSİAD ile özdeşleştirdiğimiz, sermayesini 1980'e kadar süren ithal ikameci kalkınma politikaları döneminde, devlet koruması ve sübvansiyonlarına borçlu olan bir büyük burjuvazi var. Bu burjuvazinin bir kesimi Kemalist devlete ve ideolojiye bağlı kaldı. Bu kesimin sadece varlıkları değil Kemalist tercihleri nedeniyle de gayet elitist (halka tepeden bakan) bir tutumda olduğu; askerî müdahalelerden, Kürtlere ve dindar Müslümanlara yapılan baskılardan şikâyetçi olmadığı doğru. Ancak "İstanbul burjuvazisi"nin, gerek dünyadaki gelişmelerden, gerekse Kemalizm eleştirilerinden etkilenerek, hemen bütün bu konularda farklı, daha özgürlükçü ve demokrat bir çizgiyi benimseyen bir kesimi de var. TÜSİAD'ın Halis Komili'nin başkanlığı döneminde, daha 1997'de AB perspektifi daha ortada yokken, rahmetli ve sevgili dostum Bülent Tanör'e yazdırılan "Demokratikleşme Perspektifleri" raporu, İstanbul burjuvazisi saflarındaki ayrışmanın belki ilk belirtisiydi. Nejat Eczacıbaşı, Muharrem Kayhan, (Yeni Demokrasi Hareketi'ni başlatan) Cem Boyner, Halis Komili, Erkut Yücaoğlu, Ümit Boyner ve başkaları muhakkak ki liberal eğilimli kesimin temsilcileri olarak TÜSİAD başkanlığına seçildiler.
Bu ayrışmanın çeşitli tezahürlerini yıllardır izliyoruz. Evet, İstanbul burjuvazisinin bir kesimi gümrük birliğine, AB'ye muhalefet etmişti. Ama başka bir kesimi sahip çıkmıştı. Ve sonunda İstanbul burjuvazisinin neredeyse tamamı AB'ye uyum sağladı ve AB'yi savunur oldu. İstanbul burjuvazisi, tabii ki sadece para sermayesi sahipleri değildir. Kültür-bilgi sermayesine sahip bir kanadı da vardır. İtiraf ettiği gibi, gerçekte Orhan Pamuk'un kendisi de bu kanada dahil. Öte yandan özellikle 1980'lerden bu yana Türkiye'de giderek güçlenen başka bir burjuvazi, İslami değerlere bağlılığıyla temayüz eden Anadolu burjuvazisi de var. MÜSİAD ve TUSKON'da temsil olunan burjuvazinin askerî darbelere, Kürtlere ve dindarlara yapılan baskılara sempatiyle baktıklarını kim söyleyebilir?
Toplum olarak özgürlükçü ve çoğulcu demokrasinin erdemlerini ve gereklerini yaşayarak, tepeden inmeciliğin, tektipçiliğin, milliyetçiliğin, dine saygısızlığın yanlışlarını görerek öğrenme sürecinden geçiyoruz. Burjuvazi bu öğrenme sürecinin dışında kalmadığı gibi, son yıllarda demokratikleşmeye ciddi destek verir oldu. Bir de lütfen şimdiki başkan Ümit Boyner'in dün TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi toplantısında yaptığı, özgürlükleri, demokrasiyi, sivilleşmeyi dört başı mamur bir şekilde savunan konuşmayı okuyun. Sanırım Orhan Pamuk'a hak veremeyeceksiniz.
(Zaman gazetesinden alınmıştır)