Türkiye’de artık yeni bir anlayış gerekli



Muhalefetin desteği

Fransa’ya karşı alınacak önlemlere ve yapılacak hukuki girişimleri başta CHP olmak üzere muhalefetin de katkı sağlayarak destekleyeceğini açıklaması siyasette özlediğimiz yumuşama açısından da çok önemlidir. Atalarımız “bir musibet bin nasihatten evlâdır” demişler. Kim bilir; belki de Fransa’nın anlamsız tavrı Türkiye’de yepyeni bir anlayışın filizlenmesine yol açabilir. Her şerde bir hayır vardır örneğindeki gibi.

Türkiye sıkışıyor

Fransa’ya yönelen öfke selinin ülke içinde bir yumuşama ve dayanışmaya yol açabilecek olması elbette olumlu ama bu Türkiye’nin hemen her alanda giderek sıkıştığı gerçeğinin yok olacağı anlamına da gelmiyor. Şurası açık ki Türkiye gerek ekonomi, gerek siyaset gerekse dış politika alanlarında giderek daha büyük sıkıntılara yelken açmış durumda. Çok güçlü olmasına rağmen AKP iktidarının bunu atlatması kolay değil.

Ekonomide görünen köy

4 yıl önce dünyayı saran kriz, Başbakan’ın “Bizi teğet geçecek” sözüyle karşılanbilir gibi değil artık. Köprünün altından çok sular aktı ve en iyimserlerin bile 2012’deki kara bulutları gösterdiği gönümüzde, krizin bu kez Türkiye’yi delip geçme ihtimali hayli yüksek. İktidar ne kadar iyi niyetle çabalasa da bu ekonomik krizi “global olacağı” için göğüslemesi mümkün değil. Kriz endişesi iktidarın üzerine kâbus gibi çökmüş durumda.

Başarı sanal olsa da

Erdoğan’ın en büyük başarısı, her şeye rağmen makro ekonomiyi ayakta tutması. Türkiye son 8 çeyrekte hep büyüdü. Bu halk tarafından çok hissedilmese de, ortada dönen para, özellikle inşaat alanındaki yatırımlar ve yoksullara yapılan yardımlar nedeniyle oluşturulan sanal ortam, toplumsal tepkiyi frenliyor. Geniş kitleler her şeye rağmen umut taşıyor ve iktidara olumlu mesaj vermeye devam ediyor.

Erdoğan anlatamaz

Büyüme hep sürdükçe, şikâyetler ne olursa olsun, toplumsal tepkiye dönüşmesini kimse beklemesin. Ancak 2012’den itibaren ibre tersine dönmeye başlar ve çok değil üç çeyrek büyüme yerini küçülmeye bırakırsa, ki bu büyük bir olasılık, Erdoğan’ın kendisini hararetle destekleyen kitleler karşısında zora düşeceği de kesindir. Geniş kitleler, böyle bir durumda çok ters ve anormal tepkiler verebilir. Geçmişte bunu çok yaşadık.

Siyasal sıkışma

Sadece ekonomide değil, iktidar, üst üste aldığı seçim başarılarından sonra kendi büyümesini de sürdürüyor. Ancak demokratik bir ülkede görülmemiş bu destek iktidarı şişiren ve giderek zehirleyen bir unsur ve iktidarı fütursuz tutum ve davranışlara itiyor. Muhalefet yok sayılırken, doğru yanlış ayırımı yapılmadan her itiraz isyan gibi değerlendiriliyor, hukuk ayaklar altına alınarak adeta intikam yoluna gidiliyor.

Vicdanlar zedeleniyor

Bu intikam operasyonlarında ölçünün kaçması, gencecik insanların aylarca hapislerde tutulması, güya darbe yapacakları gerekçesiyle itile kakıla hapse sokulan aydınların, akademisyenlerin, gazetecilerin ve askerlerin çok uzayan tutukluluk süreleri, bu operasyonların en büyük savunucularının bile vicdanlarında rahatsızlık yaratıyor. İktidar belki bu durumu düzeltmek istiyor ama, egosu o kadar şişmiş durumda ki hareket edemiyor.

Dış politika faciası

AKP iktidarının sürekli büyüyen gücüne dayanarak vardığı egosu yüzünden Türkiye dış politikada tarihinin en kötü dönemini yaşıyor. “Sıfır sorun” diye başlayan dış politika siyaseti neredeyse dünyanın her ülkesiyle sorunlu hale geldi. Suriye, Irak, İsrail ve hatta İran ile sıcak savaş eşiğine geldik, her istediklerini harfiyen yerine getirdiğimiz Avrupa ile de cumhuriyet tarihinin en sancılı günlerini yaşıyoruz. Amerika bile kuşkulu artık.

Erdoğan’ın sağlığı

Sanıyorum iktidarın kurmayları da bu durumun farkında. Onlar da bir yerden “dönüş yapmak” için fırsat kolluyorlar ama, ulaştıkları zirve artık o kadar sivri ki, manevra yapmaları da çok zor. Bu açıdan bakınca, Erdoğan’ın hepimizi üzen sağlık durumunun bu yolda bir açılım sağlama ihtimalini gözden kaçırmamak gerek. Manevi tarafı güçlü olan Erdoğan hastalığın verdiği tevekkül gücüyle yeni bir dönemi başlatma cesareti gösterebilir.

Baykal’ın sözleri

Perşembe akşamı Kanal T’de Korkmaz Karaca’nın konuğu olduğum programda Baykal’ın Başbakan’ı eşiyle birlikte ziyaret etmesinin çok önemli olduğunu vurguladım. Programdan sonra Deniz Baykal’la kısa bir görüşme yaptık. Baykal, engin siyasi deneyimleri ile Başbakan hakkında bana göre çok önemli saptamalarda bulundu. Baykal Türkiye’nin yeni bir anlayışa doğru gidebileceğini umut ettiğini söyledi.

Haberal ricası

İlk bakışta, Baykal’ın Haberal’ın annesini görebilmesi için Başbakan’dan ricacı olmasını “Hani yargı bağımsızdı, Başbakan bu talebi kabul ederek yargının kendisine bağlı olduğunu gösterdi” diye yorumlamıştım. Baykal “Öyle düşünmeyin, gözlediğim kadarıyla Başbakan da durumdan rahatsız, ama bulunduğu noktada elinden bir şey gelmiyor. Haberal izni gerçekleşirse ve kamuoyu bundan hoşnut olursa çok şey değişir” dedi.

Toplum çok rahatsız

Baykal gerek tutuklu milletvekilleri gerekse çok uzayan diğer tutukluluklar konusunda toplumun da rahatsız olduğunu belirterek “Başbakan’ın da desteğe ihtiyacı var. Haberal’a insani bir izin verilirse ve vatandaş bunu olumlu karşılarsa Başbakan da rahatlayacak ve daha aktif hareket edebilme olanağı bulacaktır. Türkiye’nin yumuşaması ve siyasetin rayına girmesi için bu çok olumlu bir açılım olacaktır” diye konuştu.

Cumhurbaşkanı olmak istiyor

Baykal’a “Başbakan’ın 7 yıl demesine rağmen cumhurbaşkanlığı için 5 yıl kararı almasının mümkün olup olmadığını” sordum. “Bilemem” dedi, “Ama cumhurbaşkanı olmayı çok istediği izlenimi edindim. Bana sorarsan cumhurbaşkanı 2012’de seçilmeli, hukuk bunu söylüyor, buna karşı doğru olmasa da şu anda irade Erdoğan’da” diye ekledi. Baykal’a göre önümüzdeki sıkıntılı günler Erdoğan’ın 2014’te seçilmesini engelleyebilir.

Abdullah Gül olayı

Baykal “Tabii” dedi ve sürdürdü “Başbakan bana göre 5 yılı kabul etmeli, Ama sanıyorum burada Abdullah Gül faktörü var. Süre 5 yıl olursa Sayın Gül de aday olmak isteyebilir. O zaman da sorun çıkar. Belki bunu da düşünüyorlardır.” Sohbetten anladığım şu ki Baykal açıkça söylemese de Erdoğan’ın yeni bir siyaset arayışı içinde olduğunu fark etmiş. Erdoğan’ın bu nedenle biraz yüreklendirilmeye ihtiyacı olduğunu düşünüyor.

Gazeteci yürüyüşü

Sevgili okurlar; hafta içinde katıldığım “Gazetecilere yönelik baskılara karşı yürüyüş” ile ilgili bir yazı yazmıştı. Bu yazıda yürüyüşe katılanlar arasında tanıdığım gazeteci olmadığını, özellikle atılan sloganlarda da rahatsız olduğumu belirtmiştim. Bu yazıdan sonra arayan bazı meslektaşlarım, o yürüyüşte Radikal, Cumhuriyet, Birgün, Özgür Gündem, Evrensel gibi gazetelerden çok sayıda gazeteci olduğunu söylediler.

Ben uzak kalmışım

Gerçi yazımda “gazeteci yoktu” dememiştim, “tanıdığım gazeteci yoktu” ifadesini kullanmıştım. Kastım, kamuoyunun yakından tanıdığı bazı gazetecilerin orada olması gerektiğini anlatmaktı. Demek ki ben de biraz uzak kalmışım. Çoğu yeni gazetecileri tanımıyor olmam mümkün. Ama beni orada görüp de bir kişinin bile “merhaba” dememesi de ilginç. Belli ki bu gösterileri düzenleyenler bizleri pek sevmiyorlar ya da umursamıyorlar.

Hepinize iyi haftalar dilerim.