Son günlerde dershaneler dışında yoğun olarak yaşanan tartışmalardan biri de Ak Part'ili Prof. Yasin Akdağ'ın “Türk yoktur” tartışmasıdır. Öyle görünüyor ki çok ok tartışmalı olan “Türklük” ve “vatandaşlık” kavramı da yeni tartışmalara gebedir.
Bu puslu duman arasında unuttuğumuz; “vatandaşlık” olgusunun bireysellikten çok toplumsal olmaya dayandığını, bizlerin daha geniş bütünün parçaları olduğumuzu ve tüm parçaların da resmimizi tamamladığıdır.
Üstelik katılımcılığın ve çoğulculuğun hem toplumsal hem de siyasi bir davranış olduğunu, onurlu yurttaş olabilmenin saygınlığı, tüm vatandaşların Cumhuriyetle yönetilmesi, demokrasinin ve hakların korunmasının çekirdeğini oluşturduğunu belirtmek lazımdır.
Her alanda ifade ve kültürel özgürlük, kültürlerin yüzleşmesi, kaynaşması, sivil toplumun varlığı ve farklı zenginliklerimiz bizi güçlü yarınlara taşır.
Bilgili bir toplum olduğumuzda, ekonomik büyüme ile küresel bağlantılarımızı güçlendirdiğimizde çok daha güçlü olacağız. Güçlülükten kastettiğim sadece fiziksel güçlülük değil. Adalet, doğruluk, saygınlık ve işbirliği, inanın bizi sonsuz barışın şafağına götürür.
Belki de Türklerin empati yaparak Kürtleri daha iyi tanıma yolu Atticus’un işaret ettiği gibi olmalıdır. Belki de Türkler, geçmişte Kürtlere yapılan tarihsel haksızlık, yoksulluk, asimilasyon ve inkarın ayakkabısını giyip dolaştıktan sonra Kürtleri daha iyi anlama yolunu keşif etme olanağını bulur.
Ama Birgün Ayman Güler gibi, sadece farklılığımız üzerinde ısrar ederek, farklılığımızın başka halkların farklılığından üstün olduğunu iddia etmemiz genel insanlık dayanışmamızı da eriteceğini de unutmamak lazım.
Dayanışmanın erimesi ise, “çok kültürlülük” yanlılarını daha başlangıçta öfkelendiren, siyasi kültürün en kötü unsurlarının baskınlığına da neden olur.
Kürtlerin en büyük handikaplarından biride; dünya hakkındaki bilgisizliğimiz, saldırıya kalkmış kör filler sürüsü gibi, körü körüne biatımız ve dünyayı okumamamızdır.
Cahiliye dönemi gibi kendi ellerimizle yarattığımız putlara tapmamızdır.
Türklerin Atatürk’ü peygamberleştirdiği gibi Öcalan’ı peygamberleştirmemizdir. Bu kültürümüzle bölgemizde, ülkemizde ve parçası olduğumuz dünyanın nimetlerinden geri kalmamız, cehaletimizle çocuklarımızın geleceğini felakete sürüklememiz demektir.
Çeşitliliğimiz ve farklılığımız, tıpkı doğadaki çeşitlilik ve evrim gibi her zaman kazanacağımızı unutmamalıyız.
Ülkenin gelecek nesilleri adına umudun çok güçlü simgesi olmalıyız.
Etnik yapıların veya insanların ülkesi değil, hukukun ülkesi olmak için mücadele etmeliyiz. Hukuku ve adaleti yıkmak kolaydır ama bir zamanlar hukukun hiçbir anlam taşımadığı OHAL bölgesinde yaşananlar, bugün çok farklı öykülerle anlatıldığını unutmamalıyız.
Bu öykülerden biride Irak’tır. Bakınız Wollwtiz; 30 yıl boyunca CIA’nın gölgesi ve yardımları altında yaşayan Saddam için ne diyor:
“Eh işte, bizim adamımızdı ve onu orada yirmi beş yıldır tutuyorduk. Hiç fena değil. Şu açıdan bakalım. Kuzey Kore ile Irak arasındaki en önemli fark ekonomiktir. Irak’ta başka bir seçeneğimiz yoktu. Bu ülke bir petrol denizinde yüzüyor.”demişti.
Dolaysıyla kendi öykülerimizden ve başka öykülerden de ders çıkarmalıyız.
Geçenlerde bir dostumla telefonda uzun uzun sohbet ederken bana çok ilginç bir şey söyledi.
“Cüneyt’ciğim Osmanlıda bir defa Türk kelimesi kullanılmazdı. Etnik vurgular asla yoktu. Hatta geçen Prof. Dr. Mehmet Çelik şunları söyledi. Osmanlı döneminde sadece dağlı, köylerde yaşayanlara Türk denilirdi. Bu dağlı Türkler askere gitmez, vergi vermezlerdi.”dedi.
O dostum, Prof. Çelik’i doğrulayan şu güzel örneği verdi ve çok da hoşuma gitti.
Çanakkale savaşında halkın heyecana gelmesi, şaha kalkması ve canlanması için bir subay önce hararetli bir şekilde dini referanslarla milleti coşturmaya çalışır. Halk coşar. Allah-ü Ekber sesleri yeri göğü inletir.
Başka bir subay dur demiş bir de halkı Türklükle coşturmaya çalışayım demiş.
Subay: “Ey kardeşlerim Türk müsünüz?” diye sorar.
Alandakiler bırakın heyecana gelmesi, şaha kalkması tam tersine, sanki aşağılanmışçasına subaya tepki gösterirler ve:
“Yok esteğfurullah! Elhemdulillah Müslümanız.”diye yanıt verirler.
İşte işin özün şudur; aidiyetlerimiz, farklılıklarımız ve ideolojilerimiz ne olursa olsun İslam milliyeti çatısı altında birleşmek, kardeşliğimizi pekiştirmek, düşünüyorum ve varım diyebilmektir. Adlarımız farklı olsa da soyadımız Silvan’dır diyebilmektir…