TSK’nın son senelerde yaşadığı problemlerin özünde darbe yapmaya kalkıp, becerememiş olması falan yatmıyor; işin özünde çok daha yapısal ve başka müesseselerle, yapılarla ortak olabilecek bir sorun var.
TSK gibi çok önemli bir kamu hizmeti, dış güvenlik kamu hizmeti üreten bir müessesenin bugün içinde bulunduğu sevimsiz durumun en belirleyici nedeni ordunun oluşturduğu bir yasal zırhla kendini her türlü denetimin dışına taşımış olmasıdır.
Senelerce harcamaları TBMM ve Sayıştay denetimi dışında kalan, kendi yargısını kendi yapan, atama ve yükseltme işlemlerini (YAŞ) yargı denetimi dışında tutan, vs. bir kurumun denetim eksikliği üzerinden bozulmaması mümkün değildi ve nitekim de bozuldu.
TSK; Sayıştay’ı, sivil yargıyı vs. hep kendine yabancı, hatta düşman (!) gördü, en doğruyu hep kendinin temellük ettiğini zannetti ve bugün karşımızda denetim dışına çıkmışlığın sonucu olarak hem militer etkinliğini büyük ölçüde yitirmiş, hem de yasadışı işlere bulaşmış bir müessese var.
Gelelim 1964 senesinden beri tanıdığım, çok yakın dostum Mehmet Altan’ı bugün basında görememe meselesine.
Bu meselenin iki, biri özel, biri de kamusal boyutu var; Mehmet’in çok yakın dostum oluşu, paradoksal olarak, büyük ölçüde de etik açıdan, meselenin özel boyutuna, yaşanan nahoş sürece girmeme, sütunuma taşımama mani.
Ancak, meselenin çok önemli bir de kamusal boyutu mevcut ve bu boyut Mehmet’in bugün hangi kurumsal nedenlerden basında olmayışının çok fevkinde bir önemi haiz.
AB meselesinin patinaj yaptığı bu günlerde AK Parti’nin en somut ve en muazzam başarısı askeri vesayeti bitirmiş olması demiyorum, anayasal ve yasal maddeler orada duruyorlar, ama bu hukuk dışı vesayeti çok büyük ölçüde geriletmiş olmasıdır.
Ancak, bu askeri vesayeti geriletme sürecinin de, en azından cesurca tartışılma, gündeme taşınma sürecinin yine büyük ölçüde ikinci cumhuriyetçi tezlerle başladığını hatırlayalım.
Ve bugün, askeri vesayetin AK Parti marifetiyle büyük ölçüde geriletilmiş olduğu bir dönemde ikinci cumhuriyetçi tezlerin banisi Mehmet Altan’ın basında olmaması, en azından, tuhaf bir durumdur.
Gelelim TSK benzetmeme.
Basında bugün AK Parti ile ilgili yazı yazan üç tür köşe yazarı görüyoruz: birinciler AK Parti’nin yaptıklarını ve yapacaklarını her koşulda manasızca eleştirenler, bunların zaten bir ağırlığı pek yok, ikincisi AK Parti’nin yaptıklarını eleştirmeden destekleyenler ve üçüncü olarak da AK Parti’yi yaptıklarından değil, yapmadıklarından eleştirenler.
Yeni Türkiye’nin inşaa sürecinde, bendeniz, bu üçüncü grubun katkısını, AK Parti’nin yaptıklarını değil, yapmadıklarını eleştirenlerin yapıcı katkısını, itme gücünü çok önemsiyorum.
Yeni Türkiye’nin inşaa sürecinde de entelektüel ve yapıcı acımasız denetimin payı çok büyük olacak.
Mehmet de galiba bu üçüncü grubun en önemli yazarlarından idi.