Trajik ama dahice, Brontë Kardeşler

Biz Türkiye’de İngiliz Edebiyatı’nın klasik eserlerini pek bilmeyiz, değil mi? Çünkü Fransız ve Rus edebiyatı ağır basar. İngiliz Edebiyatı eserlerine gelince de Brontë Kardeşler daha az bilinir mesela Charles Dickens ve hatta Jane Austen eserleri yanında. Kısa ömürlerine mi, kadın olmalarına mı yoksa başkent Londra ile neredeyse hiç alakaları olmadığı için midir bilinmez.

Yaşamları, şartları, kasabalarında erken yaşta veremden ölenlerin sayısı ve çektikleri acılar bilinirse eserleri daha iyi anlaşılır. Çünkü onlar Victoria Çağı’nda, Britanya Adası’nda ölüm oranının en yüksek olduğu bir bölgede yaşadılar, Londra’dan bile daha fazla. Kısacık ömürlerine bir de edebi eserler sığdırdılar. 21 Nisan günü, en uzun ömürlü ve 39 yıllık ömrüne İngiliz klasiklerinden birini, kendisinin en çarpıcı eseri Jane Eyre’i sığdıran Charlotte Brontë’yi doğum gününde anmak ve yazmak istedim.

Çocuk yaşta ölen kız kardeşlerini saymazsak Emily, Charlotte ve Anne dünyanın yün ve yünlü dokuma başkenti kabul edilen Bradford yakınında doğdular. Yani Leeds, York, Manchester ve Liverpool ile Endüstri Devrimi’nin tekstil atölye çarkları gelir akla. Yani kötü yaşam koşulları, sisli ve yağışlı hava, ölüm getiren kolera, tifo ve ama bir de VEREM.

Bu faktörleri dikkate alarak anlatılan coğrafyayı gördükten sonra Brontë Kardeşler’in eserlerini okumak daha anlamlı ve farklı bir tadda olur kanaatimce. Jane Eyre ve Uğultulu Tepeler en bilinenleri ve ilk okunacakları.

Ailenin soy adının da eski Yunanca’dan gök gürültüsü veya tufan anlamına gelmesi ne de enteresandır; Brontë…

Bugün, kış ayları dahil fazlasıyla yerli ve yabancı turist çeken Haworth’a gidince Sanayi Devrimi boyunca en çok ölümün neden bu kasabada olduğunu anlarsınız veya ancak o zaman anlarsınız. Kömür kullanılan tekstil atölyelerinin kasabanın havasını nasıl kirlettiğini ve bir vadi içine inşa edildiği için hava sirkülasyonu eksikliğinin nasıl da erken yaşta ölüm getirdiğini anlarsınız. Kalabalık endüstri kasabası, hijyenik olmayan ağır yaşam ve çalışma şartları, duman ve pislik ile sefalet derecesinde bir yaşam ki ortalaması 24-25 idi. Çocukların yüzde kırkı 5. doğum günlerini görmeden ölüyordu. Her ay ortalama 50, bazı günler ise 7 cenazenin çıktığı küçük bir kilise ve bugün etrafta gezerken göreceğiniz yan yana, dip dibe, daha çok düzensizce serpiştirilmiş mezar taşları da düzenli bir mezar sistemi oluşturmak için vakit olmadığına işaret eder. Mezar taşlarına yaklaşıp doğum ve ölüm tarihlerine bakarsanız aile facialarına, aynı aileden bu kadar kişinin ve çocuğun arka arkaya genç veya çocuk yaşta öldüğüne hüzünle bakarsınız…Fabrika bacası yoğun York bozkırı… ‘Mills and Moores’ denir buna İngiliz dilinde.

Kaldı ki Brontë Kardeşler’in bir de aşk acısından muzdarip çilesini de gezdikleri bozkırda yürüyerek tecrübe edersiniz hemen yakındaki tepeliklerde. Bu kasvet ve acı dolu tepelikler aslında kısa gibi görünse de Bronte kardeşlerin özellikle de Charlotte’un akranlarından iki kat yaşamasının sırrıdır aslında. Çünkü rüzgar pis kokulu ve ölüm getiren havayı tepelerden temizliyordu ama dik bir yokuştan inen vadi içindeki atölyelerde çalışanların kömür dumanından zehirlenmesi engelleyemiyordu. Bugün kiliseden başlayıp bu ölüm yokuşundan aşağıya inerken iyi korunmuş, sıra sıra taş evler ne kadar da çekici gelir size 150 yıl sonra. Zamanında pek çok acıya tanıklık eden bu evlerin içindeki hayatın geçirdiği dönüşü şaşırtıcı gelir hepimize.

Yani kısaca Haworth size hem tarih, hem edebiyat ve hem de doğa sunar, doğa yürüyüşünüz esnasında Jane Eyre’nin acısından kendisini nasıl doğaya vurduğunu, Heathcliff ve Cathy’nin yaslanıp uydukları taşı, Charlotte’un eve dönerken oturduğu sandalye ve kısaca uğuldayan York tepelerini buralarda yürüyerek geçersiniz. Şahane bir tecrübe, tarihi bir kasaba ve doğa ile baş başa kalma keyfi yaşayıp geri dönünce daha büyük bir tadla okursunuz eserlerini…

Ayrıca birkaç yayıncı tarafından reddedilince moralleri bozulsa da eserlerini bastırmak için uğraşır Brontë Kızları. Emily Brontë’nin eseri Jane Eyre müsveddelerini okuyan yayıncı George Smith sayesinde orijinal el yazmaları bugün hala saklıdır. O sebeple paraya kıyıp Haworth Kasabası’ndaki diğer etkileyici şeylerin yanında müze olan Brontë Evi’ne de gidin. Babalarının papaz olarak kullandığı lojman; Haworth Parsonage.

Brontë Kardeşler’in hepsi, erkek kardeşleri dahil veremden öldüler, zaten eserlerini ilk okuyanlar onları solgun benizli, endişeli bakışlı’ olarak tanımlıyorlardı. Müsveddeleri okuyan Bay Smith der ki ‘Pazar sabahı kahvaltıdan sonra Jane Eyre metinlerini okumak için kütüphaneye gittim. Hikaye hızla sardı beni, saat 12’de atımı kapıya getirdiler ama ben kitabı elimden bırakamadım. Arkadaşıma seyisimle onunla buluşamayacağımı bildiren bir özür notu yazdım, okumaya devam ettim. Sonra da hizmetçi gelip yemeğin hazır olduğunu bildirdi, yerimden kalkamadım, ondan bana bir sandviç ve şarap getirmesini istedim ve okumaya devam ettim. Akşam yemeği de bu şekilde hızlıca geçti ve ben en sonunda o gece yatmadan önce müsveddeleri okumayı bitirdim. Edebi duygularım ve (yayınlama konusunda) kanaatim tatmin olmuştu.’

Güzel Türkçe’mize de Can Yayınları kazandırdı Uğultulu Tepeler/Uğuldayan Tepeler’i…

Ama önce Varlık Yayınları 1963 yılında çevirmiş. Hatta 1963 yılında Eşref Kolçak ile Evrim Fer Rüzgarlı Tepe isimli bir film de yaptı tabi bizlerin yaşı kafi gelmez bilmeye.

Bu yazar üç kız kardeşi hafife almamak gerekir. İngiliz Edebiyatı’na hakim olmayabilirsiniz ama ‘The Brontë Society’ yani ‘Brontë Cemiyeti’ dünyanın dört bir yanına dağılmış durumdadır; İtalya’dan Amerika’ya, Belçika’dan Kanada’ya kadar. Ama yaşlı-genç, kadın-erkek Japon gezginlerin sevdiği kadar sanırım sadece İngilizler sever ve sahip çıkar onlara.

İngiliz tarihçiler ve edebiyatçılar hala daha taşralı bir din adamının kızlarını nasıl yetiştirdiğini, İngilizce’de yazılan en dramatik ve en güçlü romanı yazmalarının nasıl mümkün olduğunu sorguluyor.