Toz pembe dünyalar...

Bir süredir, sosyal medyadan keşfettiğim ve merak ettiğim çok tatlı bir kafe ziyareti vardı aklımda. Telefonumun navigasyonuna baktığımda oraya çok yakın olduğumu görünce sevindim. Hava kararmak üzereydi, yağmur çiseliyordu inceden. Bütün gün dışardaydık ve çok yorulmuştuk. Ama inat değil mi işte, gidilecekti oraya. Bu kafe Instagram’ın gücünün ne kadar kuvvetli olduğunun çok net bir örneğiydi.

Açılalı sadece bir yıl olmuş. Çok iyi çalıştıkları fotoğrafçıları ve sosyal medya uzmanları varmış. Kapısındaki uzun kuyrukların sebebi ise bu başarılı çalışmadan olsa gerek. İçerisi tahmin ettiğimden çok daha küçük. Hyde Park’ın karşısında, ara sokakta, ufacık ve pespembe bir kafe. Duvarı boydan boya pembenin 50 tonundan güllerle donatılmış. Ünlü bloggerlar, sosyetik hanımlar, bu güllü duvarın önünde poz verip kendi sayfalarında paylaşıyorlar. Kafeyi etiketleyip, buranın reklamını yapıyorlar.

Tatlı ve tuzlu, enfes görselliğe sahip yiyecekleri, vitrinin arkasındaki tezgahtan seçebiliyorsunuz. Çilekli pastası, bardakta tiramisusu, merengli limonlu tartı, çikolatalı musu, oreo bisküvili çizkeki inanılmaz güzel gözüküyor. “Acaba hangisinden alsam?” diye düşünürken uzun bir süre ayakta dikiliyorsunuz. Tamam; karar alındı; ben fıstık ezmeli ve çikolatalı çizkek yiyeceğim. Dakikalar sonra masama gelen bu harika tatlı için doğru bir tercih yaptığımı anlamış oluyorum. “Lezzeti anlatılmaz yaşanır” derler ya, aynen de öyle. Bir kaymak edasıyla boğazımdan süzüle süzüle iniyor ve hiç bitmesin istiyorum. Kahvesiz olmaz tabii ki. Kahve mönüsüne bakarken gözüme bir şey çarpıyor. O da ne? Türk kahvesi! Listedeki en pahalı kahve olması beni şaşırtmıyor, İngilizler’e göre değişik bir kahve çeşidi çünkü, ancak; fiyatı TL ile çarptığınızda gerçekten bir gülmeniz geliyor (7.5 Pound yani yaklaşık 47 lira!). Burada paramızın değer kaybedişine mi yoksa, her gün evde pişirdiğim basit bir kahvenin pound bazında saçma bir fiyat oluşuna mı şaşırsam bilemiyorum. Kahve demişken, kafede özel bir makine var ve kahvelerinizin üzerine dilediğiniz resmi basıyorlar. Nasıl ama, çok orjinal değil mi?

Aramızda konuşurken, çok tatlı bir bayan yanımıza gelip bizimle Türkçe konuşmaya başlıyor. Kendisi bu kafede çalışıyormuş. Sıcak ve samimi  bir sohbete koyuluyoruz. Kafenin hikayesini, internetteki reklamlardan dolayı ziyaretçi akınına uğramasını ve Türk kahvesini Araplar’ın çok fazla tercih ettiğini anlatıyor. Kendisi de 1.5 sene önce bizimle aynı zamanda ülkesini bırakıp İngiltere’ye yerleşmiş. Adını bile bilmediğim bu bayanla bir anlığına kader ortağı olduğumuzu hissedip hüzünleniyorum. Bir de sohbet esnasında değişik bir bilgi verdi ki, anlatmadan duramam. Gece saat 10‘dan sonra sıcak içecek satmaları yasakmış. Kafenin üzerinde rezidans olduğu için; tahminimizce; makine sesleri rahatsız etmesin diye böyle bir kanuna uymak gerekiyormuş.

Bu, kendisi küçük, ünü büyük cafenin adı: Elan kafe. Elan, Fransızca’da stil sahibi, kendine güvenen, dürtüsel, ayırt edilebilen demekmiş. Özetle burası, yolunuz düşse de düşmese de kesinlikle görmenizi tavsiye edeceğim harika bir butik pastane/cafe. Siz de benim gibi keyif insanıysanız bu mekanı listenize hemen eklemelisiniz. Ziyaret ettiğinizde ise beni anmayı unutmayın. Sevgilerimle...

Elan Cafe

48 Park Ln, Mayfair, London W1K 1PR

239 Brompton Road Knightsbridge London SW3 2EP

Görsel kaynak: www.elancafe.co.uk