Geçenlerde Fatih Altaylı'nın yazdığı gibi birkaç gazetenin genel yayın yönetmeni bir araya gelmiştik, yakında kamuoyuyla paylaşacağımız bir konuda, önemli bir açıklama yapmak istiyorduk.
Sonra gündem, son terör olaylarına kaydı. Medyanın teröre yaklaşım biçimi üzerine ilkeli bir metin yazmaya karar verdik. Ortak bir metin yazıldığında bütün gazete ve televizyonlardan destek istemeyi düşünüyorduk. Terörle yüz yüze gelmiş ülkelerin medya tecrübelerini, onların ortaya koyduğu yayın ilkelerini hatırlatacaktık. Bildiride "terör örgütünün propagandasına alet olmamak" üzerinde durulacak ama "kamuoyunun haber alma hakkı" da gözetilecekti. Başbakan Erdoğan, televizyon programında bu konuya doğrudan girince çalışmamız suya düştü. Çünkü bin bir titizlikle hazırlamaya uğraştığımız terör-medya bildirisi, o programdan sonra sanki siyasi bir talimat üzerine hazırlanmış gibi algılanacaktı. Oysa mevzu hiç de öyle değildi.
Aslında terör hadiselerinin medyada yer alış biçiminden hemen herkes rahatsız. En başta da gazetecilik mesleğine gönül verenler... Çünkü yakışmıyor. Halkın (özellikle de terör mağdurlarının) haklı şikâyetleri de ortada. Üstelik terör denilen vahşetle ilk defa biz mücadele etmiyoruz. Yeryüzünde bu illet ile karşı karşıya gelen ülkelerde büyük bir tecrübe oluştu. Terörün beyninin dağıtılması, bileğinin bükülmesi için gösterilen topyekûn bir gayret söz konusu. Tam bu noktada medyanın alacağı ilkeli pozisyonu tartışmak gerekiyor. Dünya medyasının ortaya koyduğu tecrübe ile 30 yıldır terörle boğuşan bu ülkenin yaşadıklarını bir araya getirmek gerekiyor.
Öte yandan, Başbakan Erdoğan'ın medya ve terör konusunda söylediği sözleri kaba bir yorumla, "Sansür istedi!" diye yaftalamak da, gerçeği çarpıtmak anlamına gelir. Başbakan o sözleri söylemeden önce de (diğer pek çok gazete gibi) teröre karşı duyarlı yayın yapıyorduk zaten. Sanki o geceden itibaren terör olaylarını küçük görüyormuşuz gibi üfürmek, ya bilgisizlikten kaynaklanıyor ya da art niyetten.
Ayrıca, sansür isteyen devlet yetkilisi, bu konuyu canlı yayında tartışmaz. Daha önce başkalarının yaptığı gibi kapalı kapılar ardında konuşur bu tür meseleleri. Başbakan'ın sözlerini, "Ciğerlerimiz yanıyor!" diye inleyen bir insanın feryadı olarak görmek lazım. Kimin ciğerleri yanmıyor ki! Gencecik fidanlar toprağın kara bağrına düşüveriyor her gün. Ocaklar sönüyor, her atılan kurşunla. Başbakan da istiyor ki kurşunu sıkanların arzu ettiği psikoloji oluşmasın ve medya böyle bir atmosferin oluşmasına alet olmasın.
Bu satırları kaleme aldığım sırada gündeme yansıyan bir başka gelişme daha var: Terör hadiselerinin haber yapılması ile ilgili yasal bir düzenleme yapılacakmış. Doğru bir strateji mi bu? Şahsî kanaatim; kesinlikle hayır! Birincisi; herhangi bir yasal düzenlemeye gerek yok. İkincisi; siz ne kadar dikkatli davranırsanız davranın, böyle bir yasa (en azından yurtdışında) sansür gibi algılanır. Hiç gerek yok böyle bir havanın oluşmasına.
Terör örgütleriyle bağı olmayan gazeteciler, terör haberlerinin nasıl yapılması gerektiğini gayet iyi bilir. İcap ediyorsa bir araya gelir ve kendi başlarına bir ilkeler manzumesi çıkarabilir. Meslek örgütleri devreye girer ve terör haberlerini örgüt amaçlarına uygun veren basın kuruluşlarına ağır eleştiriler getirebilir. İlkesiz yayıncılık yapanları, tartışma programlarından ciddi makalelere kadar pek çok yöntemle tenkit etmek ve yola getirmek mümkündür. Üniversiteler devreye girebilir ve bazı terör yayınlarının toplumdaki dokuyu nasıl sarstığını mercek altına alabilir... İyi niyetle yapılsa ve azami derecede dikkat edilse bile, korkarım ki, böyle bir yasal düzenleme sansür şeklinde bir algıya yol açar. Hiç endişeye gerek yok; bu ülkenin medya yöneticileri terörle mücadele konusunda dünya basınından geri kalmayacak kadar duyarlı ve bilgilidir. Onlara fırsat tanımak, meslek erbabı arasında ortak bir kültürün ve duyarlılığın oluşmasına müsaade etmek gerekiyor...
Terör haberi nasıl yapılır? Başlı başına uzun bir yazı konusudur bu; ancak şu kadarcığını söylememe müsaade buyurun: Terör örgütlerinin amacına boyun eğmeden gerçekleri kamuoyuyla paylaşmak gerekir. Örgütlerin amacı belli: Kendilerini güçlü göstermek, halkın içine korku salıp ümitsizliğe sevk etmek, halklar arası çatışmayı temin etmek. Bu amaçlara boyun eğmeden de terör haberleri yapılır; yapılıyor da. İnsan hayatına değer vererek, toplumsal barışı koruyarak, şiddeti özendirmekten kaçınarak vs. haber yapılabilir. Dünya medyasında bunun örneği çok; yeter ki bizim medya meseleye iyi niyetle yaklaşsın, dünya tecrübesini göz ardı etmesin, insan hayatına tazim etsin, sosyal barışı ciddiye alsın...
Viyana'da Zaman
Gazetemiz Zaman'ın 25. yılı vesilesiyle düzenlediğimiz programlar devam ediyor. Dünyanın dört bir yanından gelen usta fotoğrafçıların Türkiye'deki özel çalışmalarını biliyorsunuz. 25 ünlü fotoğraf sanatçısının vizöründen yansıyan Türkiye, hem ülkemizde hem de dünyanın önemli başkentlerinde sergilendi. Bu kapsamda düzenlenen son sergi Viyana'daydı. Konuyla ilgili haberleri gazetemizde okudunuz. Sadece birkaç noktaya temas etmekte fayda var sanırım.
Londra'daki sergide müşahede ettiğimiz bir tabloyu Viyana'da da yaşadık. Görünen o ki Zaman, uluslararası bir medya markası haline dönüştü. Hem Türkiye'de yürüttüğü itibarlı yayıncılık; hem yurtdışında hazırladığı gazete kalitesi Zaman'ı güvenilir bir haber ve analiz kaynağı haline getirdi. Asla yalan habere tenezzül etmeyen bir gazetenin ulaşacağı nokta bu olsa gerek. Buna bir de aklı selimle, fikri selimle, kalbi selimle yapılan analizleri eklerseniz karşınıza sakin ama etkili bir yayın organı çıkıyor. Hamd u senalar olsun...
Viyana'daki programa katılım çok üst düzeydeydi. Gümrük ve Ticaret Bakanı'mız Hayati Yazıcı, ülkemizi temsilen aramızdaydı. Serginin açılışında, galasında, Türklerle bir araya geldiğinde, Türk müteşebbislerin açtığı okulu ziyaretinde çok önemli konulara temas etti Sayın Bakan. Büyükelçimiz Ayşe Sezgin, programımızın başından beri en büyük destekçisiydi. Türkiye'den gelen konuklarımız arasında çok saygıdeğer gazeteci arkadaşlarımız da vardı. Onların katılımı da meslekî dayanışma adına gerçekten önemli bir mesajdı.
Avusturya cephesindeki konuklarımız gerçekten üst düzeydeydi. Avusturya Çalışma Bakanı Rudolfs Hundstorfer, Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup başkanı da olan Avusturyalı siyasetçi Hannes Swoboda ve Avusturya'nın Ankara Büyükelçisi Klaus Wölfer katılımcılar arasındaydı. Serginin açılış programı da, akşam düzenlenen galası da sadece Zaman'a değil, Türkiye'ye yakışacak kalitedeydi. Avusturya Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda gerçekleşen sergiye medyanın ilgisi de sevindirici bir manzara sunuyordu bizlere. Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı Swoboda'nın yaptığı konuşma, genel manada hem Türkiye-AB ilişkileri konusunda hem de gazetemiz Zaman mevzuunda fevkalade güzel şeyler içeriyordu.
İnanın, bu tür programlar kolay görünür ama her şey sanıldığı kadar suhuletle yapılamaz. Programların arka planında emek vardır, sancı vardır, gayret vardır. Bu nedenle projenin ta başından beri büyük çabalar sarf eden (en başta fotoğraf editörümüz Selahattin Sevi ve ekibi olmak üzere) arkadaşlara teşekkür ederim. Viyana'da büyük bir gayret ortaya koyarak yüzümüzü kara çıkarmayan bütün Zaman sevdalılarına da ayrıca müteşekkiriz. Uluslararası bir marka olma yolunda atılan mütevazı adımları Yüce Mevla boşa çıkarmasın...
PANORAMA
Bir dönem üst düzey askerin gölgesine basmaktan özellikle kaçınan dar bir çevre şimdilerde Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'e her fırsatta 'çakıyor'. Asıl amacı açıkça kaydetmek gerekiyor tarihe: Hükümetle uyumlu çalıştıklarına inandıklarından dolayı Necdet Paşa'ya veryansın ediyorlar. Vaktiyle diğer komutanlar gibi istifa edip bu ülkede hükümet krizine yol açmadı diye Genelkurmay Başkanı'na saldırıyorlar. Asıl hedef Paşa değil aslında; Başbakan Erdoğan ve hükümeti. Özkök Paşa'ya da aynı şeyi yapmışlardı. "Kodu mu oturtan asker"i sevenler, demokrasiye saygılı paşalara karşı anında ilan-ı harp ediyor. Kamuoyu bu bayat numarayı anlamıyor mu dersiniz?
Geçen hafta başlatılan 'dijital medya' uygulamasını biliyorsunuz. Dijital Zaman uygulamasını Apple Store'dan ücretsiz olarak indiriyorsunuz. Sonrası kolay. Gazetede yer alan ve Dijital Zaman işareti taşıyan bir habere telefonunuzun kamerasını tutuyorsunuz. Böylece ekranda haberin videosunu da izliyorsunuz. Bir hafta içinde harika bir çizgi yakaladı bu program ve Apple Store'un Türkiye pazarında önce "haber" kategorisinde ardından bütün kategorilerde indirilen uygulamalar listesinde zirveye tırmandı. Hâlâ bu programı indirmeyen varsa geç kalmış demektir. Ama daha ötesini de söyleyeyim; yeni yayın dönemi (kasım ayının ilk haftası) için çok daha önemli atılımlarımız olacak; hem yazılı baskımızda hem dijital yayınlarımızda...
Oda TV davası ile ilgili TÜBİTAK raporu çıktığında herkes meseleyi kendine has yorumuyla ele aldı. Evet, rapor, teknik bir dil kullanıldığı için bazı bölümlerde meramını karmaşık bir şekilde ifade ediyordu; ama hukuken ne demek istediği belliydi. Bazı cümleleri cımbızlamak yerine, genel manada ne demek istediğine hukuken bakmak gerekiyordu. Nitekim mahkeme, "raporda virüs iddiasının doğrulanmadığı" sonucuna ulaştı ve bunu kamuoyuyla paylaştı. Mahkeme ile TÜBİTAK'ın yazışma amacı da buydu zaten...
(Zaman gazetesinden alınmıştır)