KPSS tartışmalarından 3. yargı paketi sonrası tahliyelere, anayasa çalışmalarından Suriye'nin düşürdüğü uçağımıza kadar esaslı konular var.
Toplamda 4 milyon kişiyi doğrudan ilgilendiren KPSS ile ilgili iddialar ise bitmek bilmiyor.
Son olarak geçtiğimiz hafta sonu yapılan ve 1 milyon adayın girdiği sınavla ilgili sızma iddiaları ortaya atıldı. Tabii araştırmadan, incelemeden her şeyi cemaate yıkma eğiliminde olanlar bu işten de rant devşirme yarışına girdiler ama elde edilen verilere göre gerçekler hiç de öyle değil.
Kökleri çok derinlere inen, organize bir ekip yıllardır bu sınavları manüple etmiş gözüküyor. Üstelik ipuçları organizasyonun sanılandan çok daha büyük olduğunun delili mahiyetinde.
O yüzden yakın gelecekte bu tip şaibe haberlerinin arkası gelecektir
Düşen uçağımızla ilgili gelişmelerse kafaları iyice karıştırdı. Şu ana kadar net olan tek şey uçağımızın düşürülmüş olması. Aradan geçen bu kadar zamana rağmen hâlâ uçağın nasıl düşürüldüğünü öğrenemedik.
Uçağı mermi ya da füze düşürmediyse...
Sahi bizim uçağımızı kim, nasıl düşürdü? Uçak radardan çıktıktan sonra neler yaşandı?
Eğer başkentte konuşulanlar doğru ise hava savunmamız ve teknolojimiz konusunda çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız demektir.
Bu aşamada gündemin satır arasında kaybolup giden ve en az bu olay kadar önemli 'casusluk operasyonu'na bakalım.
Medyanın büyük bir kısmı, iddianame okumayıp, davalara da peşin hükümlerle yaklaştığı için süren olayların perde arkasına bakma ihtiyacı hissetmiyor. Dolayısıyla haberler konuya duyarlı birkaç kişinin fikri takibiyle yapılabiliyor.
Askeri casusluk soruşturmasında düne kadar aralarında muvazzaf askerlerin de bulunduğu 85 kişi tutuklandı.
İddialar yenir yutulur cinsten değil.
Eğer bu iddialar doğru ise -kimse kusura bakmasın- dünyanın en büyük ordularından birine sahibiz diye övünmeyelim.
Gelelim ne tür bir rezaletle karşı karşıya olduğumuza...
Koordinasyonu kim sağladı?
Bu köşede 25 Şubat 2011'de 'Devletin yatak odasındaki kamera' başlığı ile casusluk operasyonuna ilişkin gelişmeleri aktarmıştım. Bu aşamada o yazıdan alıntılayalım:
"Kasım ayı başlarındaydı.
Konumu itibarıyla çok mahrem bilgilere sahip üst düzey bir isimle konuşurken laf dönüp dolaşıp sürmekte olan 'casusluk soruşturmasına' geldi.
Muhatabım önce yüzünü ekşitti.
Biraz yutkundu ve sonra da 'Vahim ötesi işler olmuş' diyerek konuyu kapatmak istedi.
Israrlı sorularıma cevap vermemek için manevra yaparken çok düşündürücü bir tarif yaptı: 'Bırakın devletin yatak odasına girmeyi. Oraya kamera kurup uzun zamandır canlı yayın yapıyorlarmış' dedi.
Durumun vahametini anlatmak için başka ne diyebilirdi bilmiyorum ama o günlerde Ankara'da inanılmaz bir trafik döndü.
Çünkü 'Casusluk Çetesi'nin elindeki belgelerin ortaya saçılmasından endişe ediliyordu. Hatta denebilir ki ortada büyük bir rezalet vardı ama bir de belgeler ortaya dökülürse duble rezalet olacaktı.
Ankara'nın endişesi 'uluslararası bir krizin çıkması'ydı. Çünkü çetenin elinde birden fazla ülkeyle sorun çıkarmaya yetecek kadar bilgi, belge mevcuttu.
Bugün geriye dönüp baktığımızda, o günlerde süren trafiğin sonuç verdiğini görüyoruz. Çünkü on binlerce 'çok gizli' belgeden hiçbiri sızmadı.
İddianamenin delilleri ise adli emanete alındı. Sadece mahkeme heyeti görebilecek. Saklanmayan bölümlerden gördük ki, durum gerçekten vahimmiş.
Devletin 'çok gizli' 165 bin belgesi Casusluk Çetesi'nin eline geçmiş. Belgelerin içerisinde ordunun savaş planlarından tutun da kışlaların krokilerine kadar her şey var.
Üstelik bu çete daha Harp Okulu'ndan başlayıp generallere kadar yayılan bir fuhuş şebekesi de kurmuş. Fuhuş ekipleri üzerinden gizli kamera kayıtları yapılmış, bunlar şantaj amaçlı kullanılmış. Genç subaylar tehdit edilmiş.
'Kırmızı noktalı iddianame' türü ifadelerle işi magazinleştirmemek lazım. Karşımızda dört dörtlük bir rezalet var."
Yazı 1,5 yıl öncesine ait ama siz bugün yazılmış gibi de okuyabilirsiniz.
Şimdi esas soru şu: Farklı karargâhlardaki onlarca subayın karıştığı casusluk skandalında koordinasyonu kim nasıl sağladı?
Toplamda 4 milyon kişiyi doğrudan ilgilendiren KPSS ile ilgili iddialar ise bitmek bilmiyor.
Son olarak geçtiğimiz hafta sonu yapılan ve 1 milyon adayın girdiği sınavla ilgili sızma iddiaları ortaya atıldı. Tabii araştırmadan, incelemeden her şeyi cemaate yıkma eğiliminde olanlar bu işten de rant devşirme yarışına girdiler ama elde edilen verilere göre gerçekler hiç de öyle değil.
Kökleri çok derinlere inen, organize bir ekip yıllardır bu sınavları manüple etmiş gözüküyor. Üstelik ipuçları organizasyonun sanılandan çok daha büyük olduğunun delili mahiyetinde.
O yüzden yakın gelecekte bu tip şaibe haberlerinin arkası gelecektir
Düşen uçağımızla ilgili gelişmelerse kafaları iyice karıştırdı. Şu ana kadar net olan tek şey uçağımızın düşürülmüş olması. Aradan geçen bu kadar zamana rağmen hâlâ uçağın nasıl düşürüldüğünü öğrenemedik.
Uçağı mermi ya da füze düşürmediyse...
Sahi bizim uçağımızı kim, nasıl düşürdü? Uçak radardan çıktıktan sonra neler yaşandı?
Eğer başkentte konuşulanlar doğru ise hava savunmamız ve teknolojimiz konusunda çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız demektir.
Bu aşamada gündemin satır arasında kaybolup giden ve en az bu olay kadar önemli 'casusluk operasyonu'na bakalım.
Medyanın büyük bir kısmı, iddianame okumayıp, davalara da peşin hükümlerle yaklaştığı için süren olayların perde arkasına bakma ihtiyacı hissetmiyor. Dolayısıyla haberler konuya duyarlı birkaç kişinin fikri takibiyle yapılabiliyor.
Askeri casusluk soruşturmasında düne kadar aralarında muvazzaf askerlerin de bulunduğu 85 kişi tutuklandı.
İddialar yenir yutulur cinsten değil.
Eğer bu iddialar doğru ise -kimse kusura bakmasın- dünyanın en büyük ordularından birine sahibiz diye övünmeyelim.
Gelelim ne tür bir rezaletle karşı karşıya olduğumuza...
Koordinasyonu kim sağladı?
Bu köşede 25 Şubat 2011'de 'Devletin yatak odasındaki kamera' başlığı ile casusluk operasyonuna ilişkin gelişmeleri aktarmıştım. Bu aşamada o yazıdan alıntılayalım:
"Kasım ayı başlarındaydı.
Konumu itibarıyla çok mahrem bilgilere sahip üst düzey bir isimle konuşurken laf dönüp dolaşıp sürmekte olan 'casusluk soruşturmasına' geldi.
Muhatabım önce yüzünü ekşitti.
Biraz yutkundu ve sonra da 'Vahim ötesi işler olmuş' diyerek konuyu kapatmak istedi.
Israrlı sorularıma cevap vermemek için manevra yaparken çok düşündürücü bir tarif yaptı: 'Bırakın devletin yatak odasına girmeyi. Oraya kamera kurup uzun zamandır canlı yayın yapıyorlarmış' dedi.
Durumun vahametini anlatmak için başka ne diyebilirdi bilmiyorum ama o günlerde Ankara'da inanılmaz bir trafik döndü.
Çünkü 'Casusluk Çetesi'nin elindeki belgelerin ortaya saçılmasından endişe ediliyordu. Hatta denebilir ki ortada büyük bir rezalet vardı ama bir de belgeler ortaya dökülürse duble rezalet olacaktı.
Ankara'nın endişesi 'uluslararası bir krizin çıkması'ydı. Çünkü çetenin elinde birden fazla ülkeyle sorun çıkarmaya yetecek kadar bilgi, belge mevcuttu.
Bugün geriye dönüp baktığımızda, o günlerde süren trafiğin sonuç verdiğini görüyoruz. Çünkü on binlerce 'çok gizli' belgeden hiçbiri sızmadı.
İddianamenin delilleri ise adli emanete alındı. Sadece mahkeme heyeti görebilecek. Saklanmayan bölümlerden gördük ki, durum gerçekten vahimmiş.
Devletin 'çok gizli' 165 bin belgesi Casusluk Çetesi'nin eline geçmiş. Belgelerin içerisinde ordunun savaş planlarından tutun da kışlaların krokilerine kadar her şey var.
Üstelik bu çete daha Harp Okulu'ndan başlayıp generallere kadar yayılan bir fuhuş şebekesi de kurmuş. Fuhuş ekipleri üzerinden gizli kamera kayıtları yapılmış, bunlar şantaj amaçlı kullanılmış. Genç subaylar tehdit edilmiş.
'Kırmızı noktalı iddianame' türü ifadelerle işi magazinleştirmemek lazım. Karşımızda dört dörtlük bir rezalet var."
Yazı 1,5 yıl öncesine ait ama siz bugün yazılmış gibi de okuyabilirsiniz.
Şimdi esas soru şu: Farklı karargâhlardaki onlarca subayın karıştığı casusluk skandalında koordinasyonu kim nasıl sağladı?
(Bugün gazetesinden alınmıştır)