Tarihe yön veren dehalar

Her ay düzenli olarak devam eden ‘Mesnevi Okumaları’nın Mayıs ayı toplantısında ele aldığımız konu: ‘Hayy Ibn-i Yaqzan’ adlı kitap oldu. Kitap, tarihte ilk felsefi roman olma özelliğini taşıyor. Endülüslü düşünce adamı ‘Ibn-i Tufayl’ tarafından yazılmış. Kitabın ana teması, insansız bir adada yetişen, büyüyen ve deneylerle hakikati yani varlığı anlayan, bulan Hayy’ın hikayesinden oluşmakta. Sözkonusu kitap, İslam ve Batı düşüncesini yüzyıllar boyu etkileyen bir kitap.

Aynı derste, dünyayı etkileyen ‘dehaları’ da andık. Ultim, son sözü söyleyenler olarak da ifade edebileceğimiz bazı dehalar şöyle: ‘Sokrates’ öncesi filozoflardan ‘Thales van Milete’, Anadolu’da yaşamış. Taoculuk’un kurucusu ve Konfüçyüs’ün zamanında tartışmaya girdiği Çinli filosof ‘Laozi’. Ütopya’nın savunucusu, mimarı ve humanist ‘Thomas More’. Robinson Crusoe’nın yazarı ve dünya edebiyatının önemli ismi ‘Daniel Defoe’. Toplumsal sözleşme öğretisiyle ün kazanan ‘Jean Jacques Rousseu’. Sosyoloji’nin kurucusu olarak da bilinen ‘Ibn-i Haldun’. Vahdet-i vücud öğretisinin büyük sözcüsü ‘Muhyiddin Ibn Arabi’ ve daha sayacağımız onlarca isim.

Bu ve benzeri isimlerin ortak özellikleri, yaşamış oldukları dönemde statükoya ters, keskin, iddialı, var olan görüşlere aykırı fikirler söylemeleridir.

Bu hatırlatmadan sonra, Hollanda şartlarına gelelim. Bir çok yazımda ve konuşmamda da ifade ettiğim üzere, bizler, kökleri Anadolu’da olan, ancak büyüyüp yeryüzüne yayılan bir dünya görüşünün çocuklarıyız. Temsilcisi ya da ait olduğumuz dünya görüşünün, insan vizyonunun tarihte olduğu gibi bugün de insanlığa vereceği bir takım mesajları olduğuna inanıyoruz. Biz, bu mesaj’ın idrakinde olarak içinde yaşadığımız ülke ve insanlara var olan şeylerden farklı olarak bir şeyler söylememiz de gerektiğine inanmaktayız. Aslında, bu bir taraftan sosyoloji’nin kurucusu ve tarih bilimci Ibn-i Haldun’un teorisine göre ‘göçmenlik statüsünden’ kaynaklanan üreticilik tarafımızın keşfedilmesi diğer taraftan da ‘Allah-insan-tabiat’ ilişkisinde söylenecek sözümüzün olması anlamına da gelir.

Bunun günlük yaşamda karşılığı nedir diye sorulunca, cevabımız şu şekilde olur. Örneğin Hollanda’da yetişen gençlerin, hem elli yıllık bir göçmenlik statüsünün getirdiği tecrübe hem sosyal şartların zorlamasıyla yeni yeni projeler ve fikirler peşinde olduklarının gözlemlenmesidir. Tarihsel bilincin harekete geçmesiyle gençler yenilikci fikirleri ilk önce

kendi aralarında konuşup geliştiriyorlar sonra kağıda döküp projelendiriyorlar. Bu çerçevede son olarak, yıllar önce bir trafik kazasında kaybettiğim bir arakadaşımın oğlu Emre’nin ‘Hollanda’daki Türk çocuklarının eğitim seviyelerini arttırmak ve toplumda daha etkin yerlere gelmelerine katkıda bulunmak’ amacıyla hazırladığı bir projeyle karşıma çıkması oldu. Projeyi okuyunca gördümki, projeyi hazırlayanlar Hollanda doğumlu. Toplumun eğitim sorunuyla ilgileniyorlar. Kafa yormuşlar. Medotoloji geliştirmişler. Hesap yapmışlar. Planı hayata geçirmek için ortak ve destek arıyorlar. Bu noktada dikkatimi çeken nokta, bu gençlerin kendiliğinden harekete geçmeleridir. Mensup oldukları toplumun sosyal bir meselesine sahip çıkmaları ve içinde yaşadıkları topluma bu yolla katkıda bulunmalarıdır. Benzeri bir çok projenin ve düşüncenin olduğunu bilmekteyiz.

Diğer taraftan, Hollandalı veya Avrupalı Türklerin son zamanlarda sık sık tartışmaya açtıkları, ‘göçmenlikten diasporaya geçiş süreci’ tartışmasıdır. Bu süreç, Avrupalı Türkleri küresel düşünmeye, büyük düşünmeye, tarihe not düşmeye de davet etmektedir. Bu süreç aynı zamanda Türklerin içinde bulundukları toplumların sırtında bir kambur değil, tam aksine tarihsel, sosyal ve dini altyapıya sahip küresel ilişkileriyle içinde bulundukları ülkelere de bir fırsatı getirecek bir süreçtir. Zira bizim ‘Elest’ ya da ‘Elest bezmi’ anlaşmasını anlayacak ve insanlığa anlatacak bir vizyonumuzun bulunmasıdır. Biz, ‘Kalu bela’ veya ‘Elest’ adlarıyla bir tasavvuf kültürü ve edebiyatı geliştirmiş ve kurumlaştırmış bir geleneğe sahibiz. Özellikle diasporanın aday aktörleri yani girişimciler, sanatçılar, sporcular, sivil toplum kuruluşları temsilcileri, Türk kökenli siyasetçiler hem Avrupalı Türklerin hem Avrupa ülkelerinin şanşlarıdır.

Anlatmaya çalıştığımız süreci anlamakta zorlananlar veya bizi hayalci olarak niteleyenler olabilir. Ama, yukarıda ifade ettiğim, tarihe yön verenleri ve tarihsel süreçleri iyi okuyanlar, yani geçerli, dominant görüş ve yorumlardan farklı şeyler söyleyenlerin toplumların gidişatını değiştireceklerine inanmaktayım. O zaman bize düşen iş, orijinal proje ve düşüncelere sahip olan gençlere yardım etmek, onları ilgili kurum ve kuruluşlarla tanıştırmak ve ilgi göstermektir. Tarihe yön veren dehaların ortaya çıkmasına katkıda bulunmaktır. Tarihi mirasımız bize bunu salık vermektedir.