Güney Kıbrıs Rum kesiminde aşırı sağcı olarak bilinen yüzlerce ELAM üyesi fanatik gurubun sınır kapılarında, Türk plakalı araçlara taş ve sopalarla zarar vermeleri üzerine bizim solcular avukatlığa soyunarak, KKTC’de Türkiyeli sağ sol grupların arasında yaşanan kavganın haberlerini paylaştı.
Hani “bizim burada da oluyor, ne olmuş” gibilerinden!!!
Kendi milletinin çektiklerini anlama noktasında basiret bulunduran bu kişiler hiçbir şekilde kıyaslanmayacak iki olayı yan yana getirerek, Rumlara karşı antipati oluşmasını önleyeceklerdi ama örnekleri alakasız olunca komik duruma düştüler.
Rumların bu ilki değil. Kaç arabayı darp ettiklerinin, kaç Kıbrıslı Türkün fiziki ve sözlü şiddete maruz kaldıklarını bilen ve Rum yetkililerin bu konuda hiçbir ileri işlem yapmadığını gören bu kişiler hamilik yapacaklar diye, gerçekleri açıklamaktan çekiniyorlar.
Oysa Rumların araçlara zarar vermesi, insanları yaralaması hadisesinin muadili, Kıbrıslı Türklerin Rumlara bu tarz bir yaklaşımda bulunup bulunmadıklarını ortaya çıkarmak olmalıydı.
Sorarım, Kuzey’e geçen kaç Rum’a böyle bir şey yapıldı? Kaç Rum’un aracı tahrip edildi, kendisi sözlü/ fiziki saldırıya uğradı?
Hoşunuza gitmeyecek ama; Hiç!
Nisyanla malul hafızamız 1963-1974 arasını sildiğinden kendimiz unuttuğumuz gibi, çocuklarımıza da anlatmadık.
Onlar öyle yapmadı ama… Hatta tam tersini yaptı… 1963-1974 yılları arasını sildi, Makarios’un 19 Temmuz’da BM’ye, “(Yunanlılar) burada Türkleri de, bizi de öldürecekler, yardım edin” dediğini, Türk askerinin adaya niye geldiğini anlatmadı. Türkiye’yi işgalci olarak nitelendirdi, öyle de belletti çocuklarına.
Çünkü tarih kitaplarına öyle yazdı, müfredata EOKA’cıların mezarlarını ziyareti koydu. Geçmişte değil, günümüzde de böyle. KKTC’nin kuruluş yıldönümünde öğrencilerin öğretmenleriyle birlikte yaptıkları eylemde, çocukların yüz ifadeleri çok şey anlatıyordu. Nitekim, Rumlar lobicilikteki başarılarını bu konuda da gösterdiler ve kendi yazdıkları tarihin sütten çıkma ak kaşıkları olarak çocuklarının Türkiye’ye ve Kıbrıs Türküne nefret duymasını sağladılar.
Biz unuttuk, unutturduk. Hatırlatmaya çalışanları ise ırkçılıkla suçladık, faşist ilan ettik, sistemden nemalanıyorlar iftirasını attık. Oysa Rumlar bu konudaki istikrarlı tavırlarını sürdürmekte beis görmedikleri gibi, “en çözümcü” olduklarını iddia eden liderlerimize dahi aynı tepkiyi göstermekten çekinmediler.
Birkaçını hatırlatalım mı; “APOEL Futbol Kulübü’nün maçından sonra sokaklara dökülen fanatik Rum grupları, KKTC plakalı araçlara ve Kıbrıslı Türklere saldırdı. Saldırıya uğrayan ve Rum polisine başvuran Kıbrıslı Türkler Rum polisinin ”bölgemiz değil” cevabıyla karşılaştı.
Sağcı Rum ELAM örgütü mensupları KKTC'nin 2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ın Limasol'da katıldığı konferansa molotof ve gaz kullanarak saldırı düzenledi.
Lefkoşa'nın Rum tarafında ellerinde Yunan bayrakları ile eylem yapan Rum gençleri KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'ya ağır şekilde küfrederek, hakarette bulundular.
Birçok araç taşlarla sopalarla zarara uğratıldı, birçok Kıbrıslı Türk canını zor kurtardı.”
Görüldüğü gibi, Rumların öfkesi dinmediği gibi, zamanla daha da bilenmiş. Dolayısıyla
Türk düşmanlığı üzerinden kariyere soyunmakla kalmayıp, kendisini Rum’u savunmaya adamış kişilere yukarıdaki referansları vermemiz, çözüm istemediğimiz anlamına gelmiyor. Çözüm olsun ama iki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayalı, Türkiye’nin garantisinde bir çözüm... Lakin “Türkler, Helen toprağında öleceksiniz” diyen bu kişilerle ortak bir devlet kurmak için gerekli rasyonel koşullara ve sempatiye an itibarıyla sahip miyiz, emin değilim.
Sorun ve ihtiyaçları bahane edip, yeni oluşumlara yelken açma hevesinin gözlerini kararttığı kişilere şu gerçeği vurgulamamız gerekiyor: “Tarih, ihtiyatsızlar için merhametsizdir…”