Dünya özgürlükçü demokrasiye, adalete ve piyasa ekonomisine yönelecek, tarihteki kavgalar sona erecekti. Fakat olaylar gösteriyor ki, 21. yüzyılda fanatizm ve şiddetin yükseldiği bir çağa girmişiz. Tarih sona ermiyor, korkarım kabileci, etnik, dinsel ve ideolojik fanatizmiyle ve şiddet metotlarıyla 19. yüzyıl geri dönüyor!
Bakın, Amerika’da Sam Bacile denilen meçhul bir manyak, hazırladığı uyduruk bir filmle büyük bir şiddet dalgasını tetikliyor.
Amacının “provokasyon” olduğunu kendisi söylüyor. “Bu dini suçlayan provokatif bir mesaj vermek... İslam’ın kusurlarını dünyaya göstermek istedim” diyor açıkça!
Ve maalesef tam onikiden vuruyor: Filmin Arapça altyazılı versiyonu internete düşünce Mısır’da, Yemen’de, Libya’da bu adamın beklediği gibi, fanatik, şiddet yanlısı kalabalıklar ayaklanıyor! Libya’da Amerikan Büyükelçisi Chris Stevens ve üç diplomat vahşice, barbarca öldürülüyor!
Şaşırdığı anlaşılan Hillary Clinton’ın sözleri, sanki Fukuyama’nın tezine bir hicviyedir:
“Halbuki biz onları özgürleştirmiştik!”
İslam dünyasının çeşitli yerlerinde din adına yükselen şiddet dalgaları, eminim Amerika’da Neo-Con’ları ve Evangelist’leri, Avrupa’daki bütün İslamofobik unsurları çok sevindirmiştir, ‘İşte bunlar böyledir’ propagandasını körükleyeceklerdir.
Halbuki toplumsal ve siyasi şiddet ve fanatizm dinlerin ve İslamiyet’in eseri değil, sosyo-politik dinamiklerin eseridir.
Nazi ve Bolşevik vahşetinin hangi dinle ilgisi vardı?!
Irak’ta 3 milyon insanın öldürülmesinin arkasındaki güç Amerikan Neo-Con’larıyla Evangelistler değil miydi?
19. yüzyılda, sömürgecilik İslam dünyasını istila ederken İslamiyeti “İnsanları uyuşturur” diye eleştirmiyorlar mıydı? Hatta bu görüş bizim Jön Türkler’i de etkilemişti.
Büyük sosyolog Max Weber bile bir bakıma bu görüşteydi.
İslam’daki ‘cihat’ kavramının, faşizm ve aşırı sol gibi modern çağın şiddet doktrinleriyle aşılanarak çarpıtılmakta olduğuna ilk dikkat çeken isim, Pakistanlı İslam âlimi Fazlur Rahman’dır. 1979’da Chicago Üniversitesi’nden yayınladığı İslam adlı kitabındaki, fiiliyatta “şiddet” ve “cihat” kavramları 1979’da Sovyetler’in Afganistan’ı istilasından itibaren, ‘mücahit’ örgütler tarafından özdeşleştirildi, Amerika da bunu destekledi! Arap milliyetçiliğinin iflasıyla da Filistin savaşı, hatta intihar saldırıları ‘cihat’ kavramına monte edildi! Batı sömürgeciliğine tepkiyle de beslenen bu mariz psikoloji, El Kaide cinnetlerine kadar tırmandı... Şimdi nerede İslamofobik bir zırva yapılsa, psikoloji patlak veriyor!
Diyanet İşleri Başkanımız Muhterem Prof. Mehmet Görmez’in dün ABD Ekümenik Patrik Temsilcisi Anthony J. Limberakis’e söylediği şu sözlerin altını çizmek isterim:
“Bu tür şiddet olaylarına gerekçe olarak gösterilen film ne kadar pespaye, ne kadar bayağı, ne kadar provokatif olursa olsun, karşılığında hepimizi yaralayan bu tür şiddet hareketlerini meşru kılmaz. Bu tür şiddet olaylarını insani ve İslami referanslarla izah etmek mümkün değildir. Buna sebep olarak gösterilen provokatif yapıları ve operasyonları da ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirmek mümkün değildir.”
Medeni protesto usulleri dururken bu kaba, bu irkiltici eylemlere başvurulmasını bütün İslam âlimleri eleştirmelidir.
Tarihin kültür miraslarıyla değil, kanlı çatışmalarıyla geri gelmesi bütün insanlık için felaket olur.(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)