- Bu yazıların amacı şuydu: Ermenilerde oluşan Türk nefretinin Ermeni kimliğinin inşasındaki rolünü anlatmak.
- Hrant Dink, “Türk nefreti”nin Ermeni kimliğinin bir parçası haline gelmemesi gerektiğini, bundan kurtulmak gerektiğini ifade ediyordu. Kurtuluşun yollarını anlatırken şu ifadeyi kullandı: “Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan, Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarında mevcuttur.”
- Esasen Diaspora’ya sesleniyordu: “Türk nefretiyle kanınızı zehirlemeyin” diyordu. Yani “zehirli kan” ile anlatmak istediği “Türk nefretiyle dolu zehirli kan” idi.
- Yazının başına, ortasına, sonuna baktığınızda bundan başka bir anlam çıkmıyordu. Bırakın yazının başını, ortasını, sonunu... Yazının maksadına baktığınızda da meramın bu olduğu gayet netti.
- Fakat böyle anlamadılar. Anlamak istemediler. Sadece o cümleyi cımbızla çekip Hrant hakkında “Türklüğü aşağıladığı” gerekçesiyle dava açtılar.
- Mahkeme, “Burada Türklüğü aşağılama yok” diyen bilirkişi raporuna rağmen bastı cezayı. Üst mahkemeye itiraz edildi. Yine bilirkişi raporuna üst mahkeme de bastı onamayı...
- Bu süreç içinde Hrant’ın adı “Türklüğü aşağılayan Ermeni yazar”a çıktı. Gösteriler yaptılar. Hedef gösterdiler. Tepindiler.
- Ve sonunda Hrant öldürüldü.
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Hrant’a verilen ceza nedeniyle Türkiye’yi mahkum etti. Yani AİHM, Hrant’ın “Türklüğü aşağılamadığı” kararını verdi. Ancak Hrant, bu kararı göremedi.
- Hrant aleyhinde yapılan propaganda o kadar güçlü bir propagandaydı ki, kalleşçe katledilmesinin üzerinden beş yıl geçmesine rağmen arkasından hâlâ “Ama o da Türklüğü aşağılamıştı” diye yazılıp çizilebiliyor.
TARAF gazetesi yazarı Yıldıray Oğur, Hrant Dink hakkında yazdıklarımdan rahatsız olmuş.
Faşistin, ırkçının, ulusalcının, çarpık mukaddesat anlayışına sahip muhafazakârın, Akit’in, Sözcü’nün, Türüt’ün, beyaz berelilerin, sanal alemdeki cahil tosuncukların, Yavuz Bülent Bakiler’in, yeni dönemin muhbir tiplerinin, Aydınlık’ın, muhafazakâr medyadaki haset odaklarının rahatsızlıklarının nedenini tabii ki anlayabiliyorum.
Ama Yıldıray Oğur’un rahatsızlık nedenini anlamıyorum.
* * *
Yıldıray Oğur bana diyor ki:
“Emin Çölaşan senin gazeten Hürriyet’te Hrant’ı hedef gösterdi, sen şimdi ne desen boş.”
İyi de Yıldıray Oğur!
Emin Çölaşan benim gazetem Hürriyet’te yazıp çizerken senin gazeten Taraf’ın başındaki Ahmet Altan da bu gazetede yazıp çiziyordu.
Tarihleri bir kontrol et istersen: Ahmet Altan, Hrant’ın öldürülmesinden önce de bu gazetede yazıyordu, öldürülmesinden sonra da...
* * *
Yıldıray Oğur bana diyor ki:
“Hürriyet’in altında Türkiye Türklerindir yazıyor, şimdi sen ne desen boş.”
İyi de Yıldıray Oğur!
Taraf’ın başındaki Ahmet Altan Hürriyet’te yazarken de o ifade Hürriyet logosunun altında yer alıyordu.
Ahmet Altan’ın bu gazetede yazdıklarını bir kontrol et istersen, bir rahatsızlık ifadesi var mı?
* * *
Yıldıray Oğur, bugün Ahmet Altan’a dönüp de...
“Ahmet Abi sen sus! Sen Emin Çölaşan’la aynı gazetede kalem oynatmış adamsın.”
Ya da...
“Ahmet Abi senin konuşmaya hiç hakkın yok, sen logosunun altında ‘Türkiye Türklerindir’ yazan bir gazetede yazı yazmış bir yazarsın” diyor mu?
Demiyor.
İşte bu nedenle anlamıyorum rahatsızlığını...
* * *
Bir de şu var:
- Diyelim ki ben geçmişte çok kötü, çok fena bir adamdım...
- Diyelim ki ben geçmişte şöyleydim ya da böyleydim.
- Diyelim ki ben tepki göstermem gerektiği zaman sustum.
- Diyelim ki ben içinde yer aldığım mecrayı yeterince eleştirmedim.
Ve şimdi tuttum “vicdanlı” yazılar yazmaya, Hrant’ı savunmaya, Dink ailesinin avukatlarıyla programlar yapmaya başladım.
İlkeli bir insan, Hrant’ı seven bir insan, ırkçılıkla hesaplaşmak isteyen bir insan böyle bir tekamülden neden rahatsız olur ki?
Eğer bundan rahatsız olunacaksa...
Taraf’ı yöneten Yasemin Çongar’ın 28 Şubat’tan bugüne sergilediği tekamül çizgisinden de rahatsızlık duyulması gerekmez mi?
NURİ Bilge Ceylan, Sinema Yazarları Derneği’nin (SİYAD) ödül törenine aşırı münasebetsiz kaçan bir kıyafetle katıldı.
Eleştiriler yükseldi.
Bunun üzerine...
Töreni düzenleyen SİYAD yetkilileri sırf Nuri Bilge’yi üzmemek için bin dereden su getirdiler:
- “Kıyafet zorunluluğu yoktu” dediler.
- “Onun gelmesi yeter” dediler.
- “Bu kadar büyük bir yönetmeni hırka nedeniyle eleştiremeyiz” dediler.
- “Ne yapsın? O hırkayı çok seviyor” dediler.
* * *
Herhangi bir törene katılırken kılık kıyafete gösterilmesi gereken asgari itinanın gösterilmesi, en başta o töreni düzenleyenlere saygının ifadesidir.
Nuri Bilge’nin böyle bir saygıyı göstermemiş olması, saygısızlığa muhatap olanlarda herhangi bir üzüntüye bile yol açmamış görünüyor.
Ne diyelim?
“Müstahakmışsınız” desek olur mu?
STADYUMLARDA düzenlenen 19 Mayıs törenlerine neden itiraz edildi?
- Hafiften ilkel kaçtığı için itiraz edildi.
- Eski anlayışlara yaslandığı için itiraz edildi.
- Modern dünyanın kutlama biçimlerine uymadığı için itiraz edildi.
İyi, güzel, hoş...
* * *
Fakat bir bakıyoruz Anadolu’nun dört bir tarafına...
Öyle bir “Bakan karşılama” törenleri yapılıyor ki, sanırsın şehre “führer” gelmiş. Uzun el sıkma kuyrukları, temennalar, soğukta dakikalarca bakan beklemeler falan...
19 Mayıs’ın stadyumlarda kutlanmasını “modern dünyanın kutlama biçimleri”ne uymadığı için kaldıranlar, alaturka “Bakan karşılama” törenlerinden milim rahatsız olmuyorlar.
Ondan sonra da...
“19 Mayıs’la ilgili niyetimizi niye sorguluyorsunuz ki?” diye soruyorlar.
- Bosna ile Çeçenya arasında gidiş geliş...
- Cuma gösterileri nedeniyle Beyazıt Meydanı’nın kazanım alanı olması...
- Sezen Aksu’nun ilahi söylemesi...
- Engin Noyan’ın Clinton için şarkı söylemesi...
- Şevki Yılmaz’ın VHS kasetlerinin son demleri...
- Arnavutköy Belediye Tesisleri’nin popüler olması...
- “Erbakan / Erdoğan / Gökçek” üçlüsü...
- “Belediye bürokratı” olgusunun doğması...
- Beyaz çorap...
- İlk tesettür oteliyle tanışma...
- Tetris...
- Şahsen saçları yandan ayırma ve simsiyah sakallar.
- Cem Özer’in aşırı laik çıkışları...