1500 çocuk şu ya da bu nedenden dolayı devletin dağıttığı sütten etkilendi. Dün konuyla ilgili 3 bakan 3 ayrı açıklama yaptı. Koordinasyon sıfır.
Farkındaysanız valisinden bakanına herkes binbir dereden su getirerek çocukların başına gelen talihsiz olaya isim bulmaya çabalıyor. Alerji oldular diyeni mi ararsınız, olay psikolojik diyeni mi bulursunuz, karar size kalmış. 1500 çocuğun hastaneye kaldırılmasını bile görmezden gelen büyük gazetelerin olduğu bir ülkede yaşadığımız için artık bunlar insana tuhaf gelmiyor. Hükümet yedi milyon çocuğa süt verme kararında ne kadar doğru bir adım attıysa bu çocukların bir kısmının etkilenmesi sonrasındaki krizi yönetemeyerek de o kadar yanlış yaptı. Üstelik yapmaya da devam ediyor. Dünyanın her ülkesinde 1500 çocuğun hastaneye kaldırılması bir numaralı haberdir. Bunu geçiştirmeye çalışmak, yokmuş demek, ‘kedidir kedi’ demek mümkün değildir. Böylesine bir ortamda yapılan flu açıklamalar bütün velilerin kafalarını karıştırıyor. Hadi size soralım: “Böylesine flu bir ortamda siz çocuğunuza okulda süt içirilmesine izin verir misiniz?” Asıl yapılması gereken, bozuk sütü okullara bilerek gönderen varsa bu firmaları açıklamak, alenen teşhir etmek ve cezalandırmaktır. Kusur eğer o illere ulaşan sütü sağlıklı muhafaza edemeyen bürokratlarda ise onun için de aynı yöntem uygulanmalıdır. Ya da olumsuz etkileri hesaplayamayandan hesap sorulmalı. Oysa bizdeki ceberut devlet anlayışında ne hikmetse bu tür hatalar hep yapanın yanına kâr kalıyor. Devlet dediğimiz şey ‘hata yapmayan’, ‘hatasını kabul etmeyen’, her seferinde kolun kırılıp yenin içinde kaldığı bir tuhaf organizma olarak yaşanıyor. Devlet demişken okullara süt verme konusunda azınlık okullarında okuyan 2500 çocuğumuzu bu projenin dışında tutan ve bu çocuklara süt vermeyen bir devlet anlayışından bahsettiğimizi de hatırlatayım.
Lafı uzatmaya gerek yok, 1500 çocuk şu ya da bu nedenden dolayı devletin dağıttığı sütten etkilendi. Dün konuyla ilgili 3 bakan 3 ayrı açıklama yaptı. Koordinasyon sıfır. Son yıllarda “Türkiye’de iyi şeyler de oluyor” dedirten okullara süt projesinin devam etmesi için koordinasyon şart!
Yine mi one minute!
S&P’nin Türkiye’nin kredi notunu aşağı çekmesine Başbakan Erdoğan çok öfkelenmiş. Başbakan Erdoğan öfkelenmekte haklı. Bu tür uluslararası kredi değerlendirme kuruluşlarının yediği haltları daha iyi öğrenmek isteyenlere Oscar ödüllü Inside Job adlı belgeseli bir kez daha öneririm. Yeni Zelanda ekonomisini bir balon gibi şişirip batıran, ABD’de mortgage krizini başlatan, bu kuruluşların bilerek verdiği yanlış değerlendirmelerdi.
Devlet tiyatrocuları saray soytarısı değildir
Şu aralar birkaç arkadaş aramızda para toplayıp Devlet Tiyatroları özelleştirmesine girmeyi düşünüyoruz. Öyle ya, batan geminin malları bunlar! Artık oyuncu mu olur, dekor mu olur, dramaturg mu olur, topladığımız para kadar bakacağız bir şeyler! İşin şakası bir yana, tiyatro sahnesinde durum bu kadar vahim. Hükümet, devlet ve belediye tiyatrolarını bitiriyor bitirmesine ama yerine koyacak alternatif bir tiyatro da ufukta gözükmüyor. Zamanla bir muhafazakâr tiyatro oluşur mu bilinmez. Şu an itibariyle istenilse, desteklenilse hatta devlet tüm ağırlığını koysa bile yok, yok, yok... Ne sanatçı, ne oyun yazarı, ne sahne tasarımcısı oluştu, oluşamadı. Hal böyleyken bayrağı bir adım daha ileri taşıyarak tüm tiyatro sanatçılarını kapsayan ‘Kralın Soytarıları’ benzetmesi ile def çalanları anlamak kolay değil. Böylesine sert benzetmeleri hak edecek bu devlet tiyatrocuları ne yaptı diye düşünmekten de kendimi alamıyorum. Devlet ile belediye tiyatrolarını toplasanız sanatçıların sayısı 1300’ü bulmuyor. Devlet sponsorluğunda yayın yapan TRT’deki 7000 personelle kıyasladığınızda yan gelip yatan sanatçı sayısı devede kulak kalabilir. Yıkmak, kapatmak ve moda deyimiyle özelleştirmek işin kolay yolu. “Yıktığınız şeyin yerine ne ikame edeceksiniz?” sorusunun cevabını şimdilik düşünen yok. İyi kötü sanat dünyasının nabzını tuttuğumuz için biliyoruz ki şu anda tiyatroları kapattığınız anda asıl kötülüğü bu ülkenin tiyatrosever insanlarına yapacaksınız. Bu sahnelerde tiyatro oyunlarını takip eden her yıl 1,5 milyon insanımız olduğunu biliyoruz. Hadi diyelim yerine bir şey koymayı düşünmüyorsunuz ve serbest piyasa ekonomisine göre yeni kurulmuş özel tiyatroları destekleyeceksiniz. Zaten Başbakan Erdoğan istedikleri oyunlara destek olacaklarını kendisi de ifade ediyor. Burada da önemli bir sorun karşımıza çıkıyor. Geçen gün tiyatro dünyasının en prestijli ödülü olan Afife Tiyatro Ödülleri sahiplerini buldu. Ödül alan oyunlar arasında en iyi prodüksiyon ödülünü DOT tiyatrosunun bu yıl sahneye koyduğu Süpernova aldı. Oyunu seyrettiğim için biliyorum, izleyiciyi hayli zorlayan, yenilikçi, bol küfürlü, şiddetli bir oyun. Şimdi bu oyuna devlet yardım edecek mi etmeyecek mi? DOT tiyatrosunun kurucusu Murat Daltaban’a bu soruyu sorduğumda “Herhalde etmez, zira bizim oyunda hayli müstehcen durumlar var” demekten kendini alamıyor. Bakın bir kez daha döndük dolaştık ve zurnanın zırt dediği aynı yere geldik. Tiyatro dünyasında devrim niteliğinde bir reforma ihtiyaç vardı. Bu hali ile reformu gitti, devrimi kaldı. Kralımız çok yaşa!
(Radikal gazetesinden alınmıştır)