Artık sorularımız karşı tarafa değil, kendimize dair. 'Acaba savaşa mı giriyoruz? Acaba hiçbir caydırıcı önlem almayarak Ortadoğu'da son dönemde gelişen büyük ülke kimliğimizden taviz mi veriyoruz? Acaba savaşsak gücümüz yeter mi? Acaba niye Suriye'nin karasularını ihlal ettik? Acaba bir savaş tehdidi olursa, siyasi partilerimiz bütün diğer çıkarları bir yana bırakıp birlik sergilerler mi?' vesaire...
Sorular iyi de, Suriye meselesini küresel politikadaki bağlamından kopartıp kendimize dair hale getirdiğimiz andan itibaren hata yapma ihtimalimizin yükseldiğini de göz ardı etmemeliyiz. Suriye meselesi Suriye'den ibaret değil. Arap Baharı paradigmasının bir parçası ve Kuzey Afrika'daki değişimlerle Ortadoğu'yu eklemleyen bir modelin uzantısı. Bu bakımdan değişimin hızı ve başarma olasılığı modelin diğer parçalarında ne kadarsa, Suriye'de de aşağı yukarı o kadar. Üstelik Suriye'nin bir önemli özelliği daha var. O da bu ülkenin yıllardır Rusya'nın ilgi alanında olması.
Askeri bakımdan Rusya'nın Akdeniz'e inmesine imkan veren Tartus limanı bu manada son derece önemli. 1971 yılında imzalanan anlaşmayla Rusya'ya tahsis edilen limanın 1992'den 3 yıl öncesine kadar bakımının yapılmadığını ve neredeyse kullanılamayacak hale gelmiş bir üs olduğunu hatırlatalım. 2009 yılında başlatılan çalışmalar ise neticelenmek üzere. 2012 yılı itibariyle Tartus limanının modernizasyonu tamamlanıyor ve Rusya Deniz Kuvvetleri'nin Akdeniz'de kalıcı hale gelmesinin önü açılıyor. Bu yolla Rusya'nın Ukrayna'daki Kırım deniz üssünün Karadeniz'deki anlamı neyse Tartus'un Akdeniz'deki anlamı da o hale geliyor. Kısaca Büyük Rusya sahalara yeniden dönüyor.
Burada dikkat çekici bazı ayrıntılara da değinelim.
1- Suriye sadece Rusya açısından bir askeri deniz üssü olarak anlam taşımıyor. Suriye onlar için bir Batı projesi olan Arap Baharı'nın sarstığı bir düzen. Baharın bir demokratikleşme projesi değil de bir siyasi yayılma stratejisi olduğunu düşündüklerinden, hemen her bölgede alternatif hareketlere destek vermeye başladılar. Bahar rüzgarının hız kesmesinin temel nedenlerinden bir tanesi de bu.
2- ABD ve daha geniş anlamıyla Batı ittifakı ekonomik açıdan bölgede ve özel olarak da Suriye'de değişimi destekleyebilecek mali ve askeri manevraları yapabilecek durumda değil. Obama tamamen seçimlere endekslenmiş durumda ve bölgede olup bitenlere karşı güçlü bir ses yükseltemiyor. Batı ittifakı adına bu rol Türkiye'ye verilmiş gibi. Lakin Türkiye'nin Rusya ve İran'la oldukça derin ve dengeleyici ilişkileri de var. Özellikle Rusya ile enerji alanındaki bağımlı ilişkimiz artık Batı ve Doğu arasındaki dengede tamamen Batılı olmamızın önünde bir engel. Rusya Suriye'yi kendi bahçesi olarak ilan ettiği müddetçe Türkiye'nin de topa girmesi kolay olmuyor. İtidalli dış politikanın gerisinde biraz da bu endişe yatıyor. Düşürülen uçağımız Rusya'nın 'burada artık ben varım' mesajı niteliğinde olabilir.
3- Rusya'nın Suriye'de olası bir rejim değişikliğinde İslami grupların etkili olmasından pek de memnuniyet duymayacağı söylenebilir. Rus yönetimi, bünyesinde milyonlarca Müslümanı barındırıyor ve Selefilerin etkisinin artmasının kendi arka bahçesine de sirayet etmesinden korkuyor. Bölgede ortaya çıkabilecek bir Sünni-Şii çatışması Rusya'ya ekonomik olarak bazı avantajlar getirse bile, siyasal bakımdan riskli olduğu düşüncesindeler ve bölgedeki mezhep çatışmasını desteklemiyorlar. Suriye'deki değişimin böyle bir çatışmayı tetikleyebileceği inancındalar.
4- Dünya üzerindeki siyasi kırılmanın iki kutuplu olduğu görüşünde değilim. Batı ve Doğu hatları olarak tarif edilse de, hem Batı hem de Doğu hattının ikili bir çatallanma yaşadığını düşünüyorum. Batı Avrupa'nın bazı merkez ülkeleri ile ABD arasında çatallanırken, Doğu hattı Rusya'ya karşı Çin-İran ekseninde şekilleniyor. Göründüğü kadarıyla Batı, Rusya'nın Suriye'ye girişine Çin-İran ekseni kadar ters bakmıyor.
(Akşam gazetesinden alınmıştır)