Kendimizi aldatmaktan ne zaman vazgeçeceğiz? Gönülden geçen ile strateji olmaz, olsa olsa Telli Baba’ya başvurulur. Suriye konusunda yapılan son Birleşmiş Milletler toplantısı çıplak gerçeği göstermiş olmalı: ABD’nin önceliği kendi çıkarlarını korumaktır. Kendi çıkarlarını koruyacak rejimler ve ülkeler inşa etmektir. En iyi olasılıkla da o çıkarlara arka çıkan varolan rejimleri desteklemektir.
Satrançta hamlesizlik noktasına gelmeye “pat durumu” denir. Şu anda böyle bir noktadayız. Taş oynama durumu yok. O zaman hiç olmazsa geriye bakıp ders almalı.
1916 yılının gizli antlaşması Sykes-Picot’yu anımsamak gerek. Bir gezgin olan İngiliz parlamenter Sykes ile Fransa’nın Beyrut Konsolosu Picot’nun hazırladıkları paylaşım planına göre İngiltere ve Fransa, Osmanlı’dan kalan Ortadoğu topraklarını aralarında paylaşmışlar, Rusya’ya doğuda toprak sunmuşlardı. Kandırılmış Araplar ise bu gizli anlaşmadan habersiz bağımsızlıklarını elde edeceklerini sanıyorlardı. 1917’de Rusya’da devrim olunca Bolşevikler Sykes-Picot’yu açıkladılar. Araplar durumu kavradı ama geç oldu.
Bugünün süpergücü Amerika da epeydir kendi çıkarları için Ortadoğu’nun altını üstüne getiriyor. Özgürlük mücadelesi gibi sunulan Arap Baharı sadece bir araç. Öyle olmasaydı Suudi Arabistan neden hâlâ ABD’nin müttefiki olsun?
Dün İngiltere ile Fransa ne yaptıysa, bugün de ABD benzerinin peşinde.
***
Ortadoğu dürüstçe kurulan bir yapı değil. Mustafa Kemal cetvelle çizilen suni sınırların kalıcı olmayacağını bundan 89 yıl önce söylemiş ve Amerikalı gazeteci Marcosson’a verdiği demeçte Ortadoğu halklarının ayaklanacağını, Türkiye’nin de bu yüzden karışabileceğini öngörmüştü.
Bugün Suriye, yarın sırada İran var. Orasının da karışacağını öngörmek zorundayız. Unutmayalım ki yaklaşık 76 milyonluk İran nüfusunun içinde Azeri ve Türkmenlerin toplam sayısı farklı kaynaklara göre 20-25 milyon civarında. Dengelerle oynanıldığında bu insanların kuzeydeki Azerbaycan Cumhuriyeti ile birleşmeyeceğinin garantisi yok. İran’daki Kürtler kadar Güney Azerbaycan da denilen bölgede yaşayan İran Azerilerini de düşünmek durumundayız.
Bölgemizde daha pek çok karışıklık çıkacak. Dünyaya hâkim olan “etnik devlet” süreci durulana dek de devam edecek.
***
Etrafımızda yer yerinden oynarken Tükiye’nin sağlam durmasının koşulu demokratikleşme sürecini tamamlamış olmasıydı. Maalesef demokrasiyi sandıkla sınırlayan anlayışın ötesine geçemedik. Kaldı ki Seçim Yasamız bile barajlar nedeniyle demokratik değil!
Demokratik hukuk devleti olmayı başaramadık. Ödediğimiz bunun bedelidir!
Bu çerçeveyi Türkiye’nin Avrupa Birliği bağına bağlayalım. Bugün AB’nin ekonomik zorluk içinde olması önceliklerini değiştirdi. Ankara da bunu fırsat bildi.
Yine de tüm çelişkilerine rağmen Türkiye’nin yeri orasıdır...
Türkiye’nin AB bağı ne kadar güçlü olursa -ki bunun koşulu demokratik hukuk devleti olmaktır- parçalanma tehdidi o kadar azalacaktır. AB’ye üye olup da parçalanan ülke yoktur.
AB’ye kendisini destekleyen laik Türk aydınlarının yeterince arkasında durmadığı için yöneltilen eleştiri haklıdır. Ancak bizim de aşağı kalır tarafımız yok!
AB projesini rafa kaldırınca neler olduğu ortada iken...
(Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır)