İSTANBUL (AA) - ÜMİT TÜRK- Sosyal medyada pek de fark edilemeyen algoritmaların akıllı cihazlardan uzak kalan kişide yoksunluk hissini meydana getirdiğine dikkati çeken uzmanlar, bunun da e-hastalıkları gittikçe yaygınlaştırdığını bildirdi.

Uzmanlar, teknolojinin hızla gelişmesiyle dijital bağımlılıklar ve e-hastalıkların bireylerin ruh sağlığını etkileyen ciddi problemler haline geldiğini, bunlar arasında telefondan mahrum veya uzak kalma korkusu olan "nomofobi" ile gelişmeleri kaçırma korkusu FOMO'nun başı çektiğini belirtti.

Algoritmaların da bu tür hastalıkların yaygınlaşmasında önemli bir yere sahip olduğuna işaret eden uzmanlar, bireylerin günlük aktivitelerini aksatacak düzeye ulaştığında bu durumun "hastalık" olarak tanımlandığını vurguladı.

Üsküdar Üniversitesi NP İstanbul Hastanesinden psikiyatri uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Alptekin Çetin, AA muhabirine, dünyada sık görülmeye başlayan e-hastalıkların Türkiye'de de özellikle genç nüfusta hızla yaygınlaştığını söyledi.

Çetin, nomofobi ile FOMO'nun en sık görülen e-hastalıklar arasında yer aldığına dikkati çekerek, dijital anlamda karşılaşılan sorunların bununla da sınırlı kalmadığını kaydetti.

- "Kişi, vücudundaki bir semptomu arama motorlarında sürekli araştırıyor"

"YouTube narsisizmi ve Facebook depresyonu' gibi kavramlar da e-hastalıklara örnek olarak gösterilebilir." diyen Çetin, şöyle devam etti:

"Kişi, YouTube'da kendisiyle ilgili videolar koyarak, güçlü yönlerini ya da kendisinin beğendiği özellikleri ön plana çıkarıyor. Kendisiyle ilgili internette sürekli araştırma yaparak, 'Benimle ilgili ne gibi bilgiler paylaşılmış?' veya 'Bu bilgiler ne kadar doğru ya da alakalı?' gibi soruların peşine düşüyor. Bir diğer örnek de hipokondri dediğimiz, kişinin kendi vücudunda bir hastalık olup olmadığını sürekli kontrol etmesi durumu. Ancak bu artık siberkondriye dönüştü. Kişi, vücudundaki bir semptomu arama motorlarında sürekli araştırıyor. Örneğin, 'Bu baş ağrısı acaba tümör belirtisi mi, kaslarımın güçsüzlüğü felç mi olacağım anlamına geliyor?' gibi sorularla yoğun bir endişeye kapılıyor. İnternette saatlerce vakit geçiriyor ve bu durum gündelik hayatından çalmaya başlıyor."

Psikiyatri uzmanı Çetin, kişinin bu durumunun bazen yakınları tarafından fark edilip ortak bir kararla uzman desteği için kendilerine başvurulduğunu, bunun hastalık düzeyinde olup olmadığını değerlendirmek için bazı ölçekler kullandıklarını dile getirdi.

Kişiye yönelttikleri sorulara verdiği cevaplara göre puanlama yaptıklarını belirten Çetin, "Bu puanlama sonucunda, yaşadığı durumun sınırını ve kişinin gündelik hayatını ne ölçüde etkilediğini tespit ediyoruz. Eğer durum hastalık düzeyindeyse, farklı tedavi yöntemlerine başvuruyoruz. Öncelikle bilişsel davranışçı terapi uyguluyoruz. Bu terapiler, bu alanda uzmanlaşmış psikologlar veya psikiyatristler tarafından yapılıyor. Bilimsel çalışmalar, bu tip zorluk yaşayan kişilerde bu terapinin yüzde 30-40 oranında tedavide başarılı olduğunu gösteriyor." dedi.

Çetin, terapiyle istenilen sonucu alamadıkları durumlarda ilaç tedavisi de uygulayabildiklerini söyledi.

- Cep telefonundan ayrı kalınca sıkıntı başlıyor

Alkol veya madde bağımlılığında görülen belirtileri artık cep telefonu gibi dijital bağımlılıklarda da görmeye başladıklarını vurgulayan Çetin, en sık karşılaştıkları durumlardan birinin ise "yoksunluk" belirtileri olduğunu dile getirdi.

Psikiyatri Uzmanı Dr. Çetin, "Kişi, bir süre sosyal medyaya giremezse ya da cep telefondan uzak kalırsa sıkıntı yaşamaya başlıyor. Duygularını kontrol edemez hale geliyor, kaygısı artıyor ve kimi zaman bu öfkeye dönüşüyor. Burada ciddi bir yoksunluk bulgusu görüyoruz." diye konuştu.

Çetin, cep telefonu ve dijital mecraların kullanımının 12-13 yaşlara kadar düştüğünü, yoğun kullanımın 15-16 yaşlar arasında başladığını, 25-30 yaş grubuna kadar devam ettiğini bildirdi.

Üsküdar Üniversitesi NP İstanbul Hastanesinden uzman klinik psikolog Cumali Aydın ise algoritmanın temel amacının, insanların sosyal medya platformlarında daha fazla vakit geçirmelerini sağlamak olduğunu anlattı.

Aydın, algoritmanın kullanıcıların ilgisini çeken içerikleri sunup, sosyal ve duygusal ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir sistem oluşturduğuna işaret ederek, bu süreçte, sürekli hoşa giden içeriklerin kullanıcıların karşısına çıkmasının beyinde dopamin seviyesinin artmasına neden olduğunu aktardı.

Algoritmayı oluşturanların insanların bu tür ihtiyaçlarına çok güzel yanıt verecek sistemleri meydana getirdiklerinden bahseden Aydın, "Sürekli hoşumuza giden içeriklerin algoritmalar sayesinde karşımıza çıkması, beyinde hazla ilişkili olan dopamin hormonunu ciddi oranda artırıyor. O kadar çok dopamin artırıyor ki devamlı bir haz alma durumu içerisinde olduğumuz için davranışlarımızı kontrol etmekte çok zorlanabiliyoruz." bilgisini verdi.

Uzman klinik psikolog Aydın, bağımlılık arttıkça mantık ve muhakemedeki zayıflamanın da aynı oranda görüldüğüne dikkati çekerek, şunları söyledi:

"Böyle olunca kişiler kendini durdurmakta çok zorlanır. Artık 1 saat geçirmeyi planladığımız sosyal medyada 3-5 saat vakit geçirebilir hale geliyoruz. Yani algoritma bizi besleyerek bir süre sonra o olmadığında yoksunluk yaşamamıza neden olacak durumlar ortaya çıkarıyor. Bu da bizim sosyal medya platformlarını daha yoğun kullanmamıza neden oluyor ve beraberinde teknolojinin dezavantajlarını üzerimizde görebilme olasılığımızı artırıyor. Sosyal medya ya da telefon, teknoloji cihazı olmaktan çıkıp sanki onun (kullanıcının) bir uzvu, bir organı haline gelmeye başlıyor. Onun artık bir parçası haline getiriyor. Bu da e-hastalık dediğimiz, dijital hastalıkların kişilerde daha fazla görülmesine neden olabiliyor."

Aydın, günde 18 saat teknolojiyle vakit geçiren genç bir danışanın bağımlılığı nedeniyle hastaneye yatırılmak zorunda kaldıklarını kaydetti.

- "Aile içinde iletişim ve etkileşimi artırmak çok önemli."

E-hastalıkların önlenmesi için aile ve okulun önemli bir rolünün olduğunu vurgulayan Aydın, şunları kaydetti:

"Teknolojiyi yasaklamak çözüm değil çünkü bu artık hayatın bir gerçeği. Çocuklara, teknolojiyi niçin ve nasıl kullanmaları gerektiğini öğretmek gerekiyor. Ayrıca, yaşlarına ve durumlarına göre kullanım süreleri belirlenmeli. Aile içinde iletişim ve etkileşimi artırmak çok önemli. Örneğin, akşam yemeklerinde telefonları bir kenara bırakıp sohbet etmek, çocukların duygusal ihtiyaçlarını karşılamalarına yardımcı olabilir. Ebeveynler, çocuklarına sözleri kadar davranışlarıyla da örnek olmalı."

Aydın, çocukların ebeveyninin sosyal medyayı kontrollü kullandığını gördüğünde bu tutumu benimseme olasılığının arttığını vurgulayarak, "Çocukların duygusal ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için spor, müzik, gezi gibi alternatifler sunulmalı. Duygusal ihtiyaçları karşılanan bir çocuk, sosyal medyayı daha az tercih edecektir. Kullanım nedeniyle hakaret etmek ya da cezalandırmak yerine, bilinçlendirici ve yapıcı bir yaklaşım benimsenmelidir. Çocuklarda 13 yaşına kadar sosyal medya kullanımından kaçınılmalı, 0-3 yaş arası çocuklar ekrandan tamamen uzak tutulmalıdır. Özellikle küçük yaşlarda cihazların yemek veya sakinleşmeyle ilişkilendirilmemesi çok önemlidir." sözlerine yer verdi.

Kaynak: aa