TBMM’de yumruklar, silleler havada uçuşurken, ülkenin çeşitli yerlerinde sivil toplumlardan cemaate, çeşitli kuruluşlar yeni anayasa için heyecanlı toplantılar yapıyorlardı.
Kimilerinde bu hummalı anayasa tutkusu öyle bir hal aldı ki, kendi heyecanlarını paylaşmayanları hayretle, biraz da ayıplayarak izliyorlar.
Kimileri başta Kürt sorunu, her şeyin çözümünü anayasaya bağlıyor.
Şaşıracak bir şey yok.
23 Aralık 1876 günü, hangi din, dil ve ırktan olursa olsun, Osmanlı aydınlarının hepsi Teşkilatı Esasiye (anayasa) ilan edildiğine göre tüm sorunların çözüldüğünü sandı.
136 yılda bir şey değişmedi, sanılıyor ki, yeni bir anayasa her şeyi çözecek.
Oysa, bu anayasa takıntısı yanlıştır. Anayasa her sorunu çözen sihirli anahtar değildir.
Başka bir deyişle, anayasa bir sebep değil, bir sonuçtur.
Yani toplumların demokrasi kültürleri, uzlaşma alışkanlıklarını geliştiren iyi mükemmel anayasalar değildir, tam tersine o kültür ve o alışkanlıklardır, iyi anayasaları doğuranlar.
Yoksa, mesela diyelim 1958 Fransız Anayasası’nı (başkancı sisteme de kapıyı açık bırakıyor) alıp Türkiye’de ayniyle uygulasak, Türkiye’de Fransa gibi demokrasi olur mu?
Ne dersiniz?
***
Türkiye’nin 1958 Anayasası gibi bir anayasası olmadığı için Fransa’daki bir demokrasisi olmadığını söylemek yanlıştır. Ama Türkiye’nin demokrasisi Fransa gibi olmadığından, onunki gibi anayasal düzeni olmadığını söylemek yanlış değil.
Üstelik o anayasayı alıp getirip bu topluma monte etseniz, kısa sürede oradaki uygulamadan çok başka sonuçlar vermeye başladığını göreceksiniz.
Anayasalar demokrasi sorunlarını çözen belgeler değil, toplumun demokrasi sorunlarının çözüldüğünün belgeleridirler.
O yüzden yeni anayasa tutkusunu kuşkuyla bile değil, sadece gülerek izliyorum.
Ve diyorum ki:
- Bu siyasi topografya, demokratik özgürlükçü çoğulcu bir anayasa çıkaramaz! Bu durumda da, yeni bir anayasa çıksa ne olur, çıkmasa ne olur?
Kanıtı mı? Çok uzağa gitmeye gerek yok!
Askeri vesayetten, 12 Eylül rejimi anayasasından kurtulacağız sloganıyla sandık başına gidildi, 12 Eylül 2010’da.
Ne oldu?
12 Eylül 2010’un sivil anayasası, 12 Eylül rejiminin askeri anayasasından daha özgürlükçü, daha sivil, daha kuvvetler ayrılığına uygun bir metin olabildi mi?
12 Eylül 2010’un değişikliğini öneren siyasal çoğunluk ile onu onaylayan çoğunluğun kafaları değişti mi ki, şimdi yargı bağımsızlığı açısından ileri adım atılsın?
***
Kısacası Türkiye’nin demokrasi konusunda da, Kürt sorununda da, karşı karşıya bulunduğu en büyük sorun anayasa değil, demokrasi ve uzlaşma kültürüdür.
Yeni bir anayasa yapsanız, buraya demokratik özerklik, anadilde eğitim konusunda bazı maddeler ekleseniz, 66 maddedeki Türk sözcüğünü kaldırsanız, Kürt sorununun çözümünü sağlamış olabileceğinizi düşünüyor musunuz?
Bir ilahi güç toplumun bütün kesimleri bir araya gelip, AKP’nin eline böyle bir anayasa tutuştursalar, siz Tayyip Bey’in bu sorunu birden hiçbir engelle karşılaşmadan çözebileceğine inanabilir misiniz?
Eninde sonunda, büyük toplumsal bir uzlaşma ile çözülecektir bütün “sorunlarımız”, bu “bütün sorunlarımız”a anayasa sorunumuz da dahildir.
Peki siz, parlamentodaki ve toplumdaki çoğunluğun Kürt sorunu dahil temel konularda böylesine geniş toplumsal mutabakata hazır olduğunu söyleyebilir misiniz?
“Hayır” diyorsanız, demokratik anayasa mutabakatı nasıl oluşacak dersiniz?
Görülüyor ki, bu yeni anayasa yapma tutkusu ve yeni bir anayasayla her sorunun çözüleceğini sanma saplantısı, arabayı atların önüne koşmakla eşdeğer bir saflıktır.