Gazetecilik eğitimi alırken, gerek hocalarımız gerekse meslek üstatlarımız köşe yazarlığını şöyle tarif ederlerdi:
“Köşe yazarları, bilimde, sanatta, siyasette ve iş dünyası gibi sosyal hayatın diğer alanlarında rüştünü ispat etmiş olan, aynı zamanda yazı yazma konusunda da beceri sahibi insanlardır…
Bunların içinde duayen gazeteciler de vardır ama; grubun esas üyeleri daha çok diğer alanlarda kemale ermiş kişilerdir…
Her köşe yazarı sadece kendi alanıyla ilgili olan gündemi değerlendirebilir… Sınırını aşamaz… Toplum o alanda bir sorun yaşıyorsa, yazar o sorunun aşılması ve çözülmesi için görev üstlenir…
Hiçbir köşe yazarı, yayın kuruluşundan aldığı ücret dışında bir kazancın peşine düşemez!... Maksatlı, örtülü yayın yapamaz…Halkı yönlendirmeye değil, bilgilendirmeye çalışır…”
Bugüne geldiğimizde, yukarıdaki tarife uyan kaç köşe yazarı sayabiliriz acaba?
Yazılı basında, her gün her konuda uzmanmış gibi yazan; televizyon başta olmak üzere görsel medya ekranlarından her mevzuda ahkam kesen simalar…
Maalesef köşe yazarlığı mesleğinin itibarını iki paralık ettiler…
Mesleki etik açısından hiçbir sorgulama ile karşılaşmayan, yaptırıma uğramayan; aksine yaptığı maksatlı yayın dolayısıyla prim alan ve alkışlanan bu insanlar itibar gördükçe; değerlerimizdeki yozlaşma, toplum düzenindeki bozulma da buna paralel bir hızla artıyor!...
Bu tip insanlar hangi tarafın safında olursa olsun zararlıdır!
Bunlara güven olmaz… Üç kuruş için her haltı yiyebilirler… Her çizgiyi aşabilirler…
Haksızlıkta ve ihanette sınır tanımayan bu tipler, şimdiki sahiplerini de kolay bir şekilde satabilirler…
Çünkü kıbleleri menfaat, tanrıları da paradır…
Toplumun gerçek sorunlarını dile getirmek ve samimi bir şekilde çözüm yolları sunmak yerine, yapay gündemler yaratıp, algı operasyonlarıyla kitle oluştururlar…
Trol orduları kurup, dezenformasyon ihalesi alırlar!..
Devamlı pusu kurup, şantajla, tehditle yıldırma operasyonları yaparlar…
Onlara yol vermek veya imkan sağlamak, ülkenize karşı yapabileceğiniz en büyük kötülüklerden biridir!...
Ben şahsen, bu tiplere artık tahammül edemez oldum…
Ağızlarından ses değil, salya çıkıyor çünkü!
Çeşitli cambazlıklarla siyah beyaz, beyazı da siyah gösteriyorlar…
Gazetecilik mesleğini kullanarak “tetikçilik” yapan onlar…
Her konuyu bilen, her soruya cevabı olan onlar…
Siyasette, ekonomide, bilimde ve sanatta, hatta futbolda bile kimse ellerine su dökemiyor!...
Ayrıca, onlara her şey helal, her durum mübah…
Kendilerinde “hata yapma”, hatta “suç işleme” hakkı görüp, aynı hatalar için başkalarını asmaya kalkan bu insanlara daha ne kadar tahammül edeceğiz?
Ekranlarımızı, gazete ve medya köşelerini bunlardan nasıl temizleyeceğiz?
Yayıncılık faaliyetlerine salt bir ticari faaliyet olarak bakılmaz… Yayın varlıkları sermaye olmanın ötesinde, önemli bir kamu gücünü temsil eder…
Devletlerin geleceğini, halkın güvenliğini doğrudan ilgilendiren bir alandır medya…
Gelişmiş ülkeler, bu konularda teminat almadan yayıncılığa müsaade etmiyor…
“Basın özgürlüğü” denen şey, aklınıza gelen her şeyi söyleyebilmeniz veya yazabilmeniz değildir!...
“Basın özgürlüğü”; çıkar çetelerinin ve her türlü baskı gruplarının etkisinde kalmadan, tüm kamunun menfaatini gözetecek şekilde, tarafsız bir yayın yapmak demektir!...
“Basın özgürlüğü” yüksek bir sorumluluk içerir… Yapıcı nitelikteki her farklı düşünceye tahammül gerektirir!
Medya şarlatanlarına bu tarifi iyice öğretmek gerek…
Artık, basın yayın faaliyetlerinin de diğer meslekler gibi zorunlu etik prosedürleri olması lazım… İlkelere uyulmadığı takdirde, yaptırımlar devreye girmeli, bazıları meslekten men edilebilmelidir…
Etik prosedürleri uygulayan, tescil ve denetim fonksiyonları icra eden, kamu adına yaptırım gücüne sahip meslek odalarının çoktan beri kurulması gerekiyordu…
Yayıncılık mesleğinin onurunu ve itibarını koruyacak olan basın meslek odaları; devletin menfaatlerini ve halkın mağduriyetini önleyici tedbirleri alacak şekilde yapılandırılmalı ve derhal kurulmalıdır.
Bunun için gerekli yasa teklifleri bir an önce hazırlanmalıdır…
Derneklerle bu iş yürümüyor!... Derneklerin yaptırım gücü yok…
Neredeyse, devletin “yargı” gücü kadar bir gücü elinde bulunduran basının, bu kadar başıboş bırakılması doğru değil…
Basın kuruluşu sahipliği çağdaş ülkelerdeki gibi sınırlandırılmalı… Tekelleşme önlenmeli…
Sokakta simit satandan bile belge isteyen devlet, “yayıncılık” gibi çok önemli bir meslekte, meslek mensuplarında hiçbir kriter aramıyor... Canı sıkılan gazeteciliğe soyunuyor!..
“İlkeli, seviyeli ve kamusal sorumluluk üstlenmiş” gazeteciliğe hasret kaldık…
Çürük elmalardan usandık…
Bu konuda Meclise sevk edilen kanun teklifi önemli bir adımdır… Ancak yeterli değildir…
Devletin güvenliği, halkın sağlığı ve huzuru ile kamu kaynakları ve düzenini korumak adına, başlı başına bir “basın meslek yasasının” çıkarılması elzemdir…
Bu hususlarda sorumluluk almayan hiçbir yayın kuruluşu ve mensubuna izin verilmemelidir…
Çünkü basın özgürlüğü, asla “sorumsuzluk hakkı” doğurmaz!..