Birkaç gündür basında UNFICYP raporu BM Güvenlik Konseyinde görüşülürken, özellikle kulislerde yaşanan tartışmalarda, Kıbrıs sorununun çözümü çabalarında sık sık ‘son fırsat’ ifadesinin yer aldığı ve Kıbrıs sorununun ‘yeni müdahalenin bitişinin ardından öyle ya da böyle sona ereceği’ söylemlerinin dile getirildiği görülüyor.
Mutlu Barış Harekatının gerçekleştiği 20 Temmuz 1974 tarihinde özgürlüğümüzü ve egemenliğimizi kazandıktan sonra 20 Haziran 1976 tarihinde ilk kez yapılan KTFD Meclisi seçimlerini kazanıp Meclise girmem sonrasında “Bu sefer müzakerelerin son fırsatı olacak” uyarısını çok kez duydum.
Kofi Annan’dan da duydum, De Soto’dan da, Butros Gali’den de, Verhugen’den de, Barosso’dan da ve diğer ileri gelen politikacı ve siyasilerden de… Artık bu söze ve bu koşul gibi önümüze konan tehdide hiç inanmıyorum. Son fırsatsa son fırsat olsun ve Kıbrıs konusu da koptuğu yerde kalsın diyeceğim ama işte öyle olmuyor. Bir türlü kopmuyor, daha doğrusu kopmasına ve ada üzerinde iki devlet kurulmasına izin verilmiyor. An itibarı ile AB’si ile BM’si ile ve ABD’si ile dünyayı yönetim iplerini ellinde tutan Hıristiyan dünyası, Kıbrıs adasını şu veya bu nedenlerle Helen’lerin egemenliği altına sokmak, önce Türkleri adadan atmak, sonra da adayı Türklerden temizlemek için elden gelen her oyunu, her düzenbazlığı yapmakta. 58 yıldır kabak tadı verdi BM’si de, ABD’si de, AB’si de…
1974 Mutlu Barış Harekatı sonrasında Joe Biden ve Yunan asıllı Menendez ile birlikte Türkiye’ye ambargo koydurtan Yunan asıllı ABD Senatörü Guy Billirakis, geçen gün attığı tweet’te Türkiye’nin adada işgalci olduğunu ve derhal gitmesi gerektiğini yazınca, kendimi gerçekten tutamadım ve kendisine Ortega Raporunu, Atlılar- Sandallar-Muratağa katliamının faillerinin isim listesini, Kumsal’da Binbaşı İlhan’ın karısı ve üç çocuğunu acımasızca katleden EOKA mangasının komutanının adını ve kullandıkları silahları gönderdim. Adam pişkin pişkin, sanki de bilmiyormuş gibi, “bildiklerini yetkililere ver” yanıtını verdi, yalandan şaşırarak!
Tartışma sürdü ve “Türkiye, 1958 NATO Paris görüşmelerinde Averof ile Zorlu’nun mutabakatına, 1959 Zürih ve Londra Anlaşmalarına ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası EK I., Madde 4.’e göre müzakerelerin 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına göre uygun bir şekilde sonlandırılıp ‘Kıbrıslı Türkler kurulacak devlette egemenliğe ve yönetime fiilen ortak olana dek’ TSK adada kalacaktır” dediğim vakit gelen yanıta inanamadım. “Türkiye Kıbrıs Cumhuriyetini tanımıyor ki, iddiaların boş çıktı” yazdı kendisi veya sözcüsü. Bu defa da Makarios’un nasıl ve hangi uyduruk bir doktrinin arkasına saklanıp, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını tek taraflı ve uluslararası antlaşmalara ve mevcut Anayasa’ya aykırı olarak, sadece Rum Milletvekillerinin oyları ile 1964 ilkbaharında değiştirdiğini, Türklere ortaklık ve egemenlik hakkı veren 13 maddeyi iptal ettiğini ve Türkleri devletten dışladığını anlattım bildiğini bilmeme rağmen. Sonra da Türkiye’nin sadece 1960 Kıbrıs Cumhuriyetini tanıdığını, anayasası anlaşmalara aykırı olarak değiştirilmiş “Sözde Kıbrıs Cumhuriyeti”ni de bu nedenle tanımadığını yazdım. Devamla da “1974 Mutlu Barış Harekatı, Kıbrıs sorunun başlangıcı değil, Rum katliam ve soykırımının sonucudur” diye yazınca ipler koptu…
Sonra ne mi oldu?
Helenlerin Kıbrıs konusunda haklı olduklarına herkesi inandırmak, Kıbrıs’taki ve Yunanistan’daki Rumlar da dahil olmak üzere tüm dünyadaki insanlara 1963-1974 yılında yaşadığımız soykırımı unutturmak/öğretmemek adına 74 öncesi tüm olayların kitaplardan ve arşivlerden Helen kökenliler tarafından bilinçli olarak sildirildiğini bir kez daha somut olarak anladım. Tabii anlayan ben oldum. Rumlar ve Yunanlılar dahil tüm siyasi, politik ve sivil ilgililer, süreç içinde bu başarılı Helen dünyası kökenli “Kıbrıs’ta 1963-1974 döneminde yaşananları gizleme ve çarpıtma” operasyonunun masum birer kurbanları haline geldiler.
Dolayısıyla “Bu Son Fırsattır, kaçırılırsa Kıbrıs sorunu kendi haline bırakılacaktır” hikayelerine asla inanmayın değerli okuyucularım. Hep birlikte daha nicelerini gazetelerde okuyacağız, demeçlerde duyacağız ve görsel medyada izleyeceğiz eğer kendi göbeğimizi kendimiz kesmezsek...