Halil Berktay'ın başlattığı 1 Mayıs tartışması başladığı noktada tıkanacak gibi. Keşke orada kalmasa.
Sorun sadece 1 Mayıs değil çünkü. 1 Mayıs 1977 politik, kültürel, tarihsel bir gerçeklik olarak ele alınacak ve daha çok irdelenecek. Oradaki problem indirgemeci bir anlayışla "yaptı- yapmadı" düzeyinde bir tartışmanın sürdürülmesi. Bir de 1975-80 arasındaki büyük devlet operasyonunun bu yeni iddiayla ortadan kaldırılması. Bu konudaki görüşlerimi yazdım.
İkincisi, Berktay'ın başlattığı tartışma, sola dönük müthiş bir karalama kampanyasına yol açtı. Sanki bizatihi solun mevcudiyeti bir suç ve o yöndeki herhangi bir aidiyet günah. Kabul edilmeyecek bir yaklaşım bu. Fakat bu yaklaşımın saçma tutumuna bakarak sola ait bazı yanlışların, yanılgıların yok sayılması da bir o kadar sakıncalı. Halil Berktay'ın açtığı tartışmayı ben o yönden yorumluyorum.
Bunu solun antropolojisi diye tanımlamak gerektiği kanısındayım.
Bizde, 1960'tan 1980'e kadar bütün darbelere rağmen ayakta kalan, direnen ve hâkim olan, buna mukabil 1975-80 arasında devletin yıldırma ve yıkım politikasına hedef olan solun ne olduğu konusunda ciddi, kapsamlı bir antropoloji yapılmadı. Kimdi o insanlar, düşünceleri nelerdi sol hareketi sürdürürken, bugünden bakınca aklın almadığı yanılgılara onları sürükleyen kişisel, bireysel, toplumsal faktörler nasıl oluştu türünden sorular hiç ele alınmadı.
Belki, 1959 Küba Devrimi, Mahir Çayan grubunun dağlara çıkmasını açıklayabilir. Ama gene de bütün onurlu ve mert duruşuna rağmen teknik olarak o gün bile yanlış görünen o eyleme onları neler ve kimler sürükledi?
Belki Stalinist bir tutumun 1956 Macar ayaklanmasını yerle bir etmesinden sonra, 1960'ların içine doğru, Maoculuk tek kutuplu bir sola karşı ikinci bir anlayış geliştirme ve daha özgürlükçü bir ortam yaratma açısından ele alınabilir, bu da belli bir grubun oraya kaymasını açıklayabilir. Ama 1960'ların sonuna doğru meydanlara kitapları, klasikleri doldurup yakan ve işçileşme adı altında olmadık işler yapan Maoculukta ısrar ancak bir antropolojiyle ortaya çıkarılabilir.
Solun şiddetle ilişkisi irdelenebilir.
Batı'da bu süreç yaşandı. Stalincilik, iki büyük kırılma noktasında didik didik edildi. Birincisi, 1968 Prag işgali ve ardından 1973'te, Soljenitzin'in, Stalin'in toplama ve imha kamplarını anlattığı Gulag Takımadaları kitabının yayınlanmasıdır. Bu çıkış Batı Avrupa komünist ve işçi partilerini karıştırdı ve proletarya diktatoryasını reddeden Akdeniz/Avrupa sosyalizminin doğmasına meydan verdi. İkincisi "kültür devrimi"nin yarattığı ilk heyecandan sonra hakiki mahiyetinin anlaşılmasıyla Maoculuk ciddi biçimde eleştirildi, insanlar o hareketten de koptular.
Bizde bu olmadı. Niye? Temel sebep darbelerdir diyeceğim. 1980 sonrasında öldürülmüş, ezilmiş, işkenceden geçirilmiş, hayatı elinden alınmış insanlar bu nesnel, soğukkanlı, mesafeli değerlendirmeyi yapacak fırsatı bulmadı. O zaman sol ve insanları 1980'de yaşamayı sürdürdü. Bugün toplumsal olguların açıklanmasında kullanılan en önemli kavramlardan biri olan "mağduriyet/ ezilmişlik/ kurban psikolojisi" ve gerçekliği (kavramlar ürkütücü gelse de) üstlerini örttü, dillerini kenetledi. (Oral Çalışlar'ın geçen perşembe günü a haber kanalında katıldığımız Beyin Fırtınası programında anlattığı anekdot çok etkileyiciydi; dileyenler internetten bulup izleyebilir.)
Şimdi işte bu tartışma biraz daha sakin ve hakkaniyete uygun biçimde yapılırsa bizi oraya taşıyabilir, eski solla hesabımızı kapatacak bir yüzleşmeye bizi götürebilir. Ben temel iddiamı tekrarlayayım. Şu anki tartışma hâlâ 1977'nin 1977 olarak tartışılmasıdır. Oysa yeni bir sol TİKKO'dan, THKP'den, Dev-Yol'dan, Dev- Genç'ten hareketle kurulmayacaktır.
(Sabah gazetesinden alınmıştır)