Sokaklar kan gölüne dönmediyse!
Tezin yanlışlığından önce içinde barındırdığı aşağılamaya dikkat çekmek gerekiyor... Ertuğrul Özkök, Fikret Bila, Mehmet Ali Birand gibi medya şöhretleri yeri geldikçe ‘İyi ki Devlet Bahçeli var” girizgâhının arkasına “O sigorta gibi davranmasaydı, ülke kan gölüne dönerdi... Ülkücüler sokağa dökülür, iç savaş çıkardı” türünden dehşet senaryolarını dizip durdular... Birand son seçimlerden önce MHP’nin mutlaka Meclis’te olması gerektiğini söylerken başvurduğu ‘korkutucu’ gerekçe şuydu: “Yoksa ülkücüler sokaklara dökülür!..”
Ergenekon eksenli bölünmenin diğer tarafında kalanlar da benzer dili kullanmayı sıkça tercih ettiler... Mesela Zaman’dan İhsan Dağı, 2009’da Devlet Bey’e akıl verme amaçlı bir yazısında, ona ‘Ülkücüleri sokağa salmayan’ sıfatını yakıştırmıştı... Aynı gruptan bir başkası, kaset skandalını yorumlarken, bunun ‘Bahçeli’nin sokaktan topladığı ülkücüleri tekrar sokağa dökme amacına hizmet ettiğini’ söyleyebilmişti...
Ülkücülerle ilgili ifadeleri görüyorsunuz değil mi: Sokağa dökülen, sokaktan alınan, sokağa salınmayan!..
Anlatılan şuydu aslında: Ülkücüler, zamanında dişlerine kan değdiği için sürekli iç barışı bozma potansiyeli taşıyan varlıklardır!.. Bir kavanozun içinde dışarı fırlamak için sürekli fırsat kollayan, ama Bahçeli’nin kapattığı kapak yüzünden dışarı çıkamayan canlılardır!.. Kapak bir açılmayagörsün, Türkiye’nin sokakları Yecüc-Mecüc türü ülkücü istilasına uğrayacak!.. Ülkücüler iç barış düşmanı, Devlet Bey ise, sokağa çıkmak için kapıları tırmalayan bu ülkücüleri sokaktan alıkoyan bir milli sigorta!..
Evet, aynen bunları işliyorlar göz göre göre... Cevap vermesi gereken kurum ve makamların ‘ikrar’ gibi yorumlanmaya açık o garip suskunluğuna karşı, ülkücüleri topyekûn itibarsızlaştırmaya yönelik bu ağır kampanyayı sıkça dile getirmekteki amacımız, tehdidin artarak sürdüğünü görmektir... Kongreden önce Yenişafak’tan Abdülkadir Selvi’nin yazısını bu sütuna taşımıştım... Çalıştığı gazetelerde üllkücü antipatisiyle bilinen Selvi, ‘Ülkücü kurban’ başlıklı yazısında, Bahçeli’nin kongreden galip çıkması gerektiğinin önemini anlatırken, ‘imanlı ülkücü kardeşler’ini kollamayı unutmuyordu!.. Ona göre, daha önce ‘kullanılan ve Gladio’ya tetikçilik yapan’ ülkücüler eğer bugün Silivri’de değilse, bu Bahçeli’nin sayesinde olmuştu!..
Kongreden kısa bir süre önce Kandil postacısı Avni Özgürel de Devlet Bey’in MHP’nin başında kalması gerektiğini savunmuş, bu dönemde bir başkasının o makama gelmesi durumunda neler olabileceğine dair ‘korku’ ve ‘dehşet’ salmıştı... Bu koroya son olarak Bugün gazetesinden Gülay Göktürk dahil oldu... “Ben MHP’linin pasif olanını severim” başlıklı yazısı, aylardır anlatmaya çalıştığımız, bazı kafalara sokmakta belki de yetersiz kaldığımız psikolojiyi açığa çıkarıyor...
“En iyi MHP’li, pasif MHP’lidir” diyen Göktürk’e göre, milliyetçi bir partinin başında Bahçeli’nin bulunması Türkiye için bir şanstır!.. Neden ‘pasif MHP’li’yi sevdiği sorusuna “Çünkü aktif hale gelince neler yaptığını gördük” cevabı veren Göktürk, ülkücülerin derin devlet adına tetikçilik yaptıklarını öne sürdü ve bütün bir ülkücü maziyi ‘kullanılmak’la damgaladı...
Tıpkı diğerleri gibi Gülay Göktürk de ülkücüleri acımasızca yaftalarken, Devlet Bey’i yere göğe sığdıramadı... Özellikle idamın kaldırılması, Habur ve Oslo’yla ilgili sadece ‘söylem’le yetinmesinin önemli olduğunun altını çizdi...
Görüldüğü üzere, ‘Ülkücülerin sokağa inmesi’ gibi muhayyel korku, medyanın önemli bir kesimini Devlet Bahçeli lehine ‘taraf’ haline getirmiş!.. ‘Pasif MHP’li’ sıfatı alınganlığa yol açmıyor olmalı ki, tüzel kişilikten hiç ses çıkmıyor!..
Gerçek şu ki, ‘sokak’tan kastedilen elbette terörizme karşı ülkücülerin kendilerini güvenlik güçlerinin yerine koyması değildi... Yaşanmış büyük tecrübe ve acıyı kimse yok sayıp, yeni mağduriyetlere kapı aralayamazdı... Kastedilen, halkın tepkisini, demokratik yöntemlerle organize edecek, onların duygularını yasal yolları kullanarak toplumsal muhalefete dönüştürecek hareket biçimiydi... Çünkü bunu yapacak milliyetçilerden başka kimse kalmamıştı... CHP, açılım politikaları söz konusu olduğunda, AKP’yi bile yetersiz görecek çizgiye çoktan evrilmişti... Geriye kalan tek muhalif unsur ülkücüler de, hem ‘içeri’den, hem ‘dışarı’dan baskı altına alınmalıydı ve öyle de oldu... İtiraz edenler de yukarıda vurguladığımız gibi yaftalandı...
Silik ve tembel siyaset tarzı ’açılım’ın işine gelince, ülkede olduğu gibi, muhalefette de ‘istikrar’ korunması gereken ‘kutsal’a dönüştü...