Sivil vesayete de bir Özkök lazım
Yani darbecilik, demokrasiyle yaşıttır.
Ben bunun öyküsünü Orhan Birgit’ten dinlemiştim:
1950’nin 14 Mayıs’ında, yani Demokrat Parti’nin kahir çoğunlukla CHP’yi devirdiği gece, Ulus gazetesinin telefonu çalmış.
Arayan Ordu Komutanı Kurtcebe Noyan’mış.
Gazetedeki CHP parti müfettişi Sadi Irmak’ı istemiş telefona... Aynen şunu söylemiş:
“Eğer Cumhurbaşkanı (İsmet İnönü) yeşil ışık yakarsa, seçimlere komünistlerin hile karıştırdığı iddiasıyla müdahale edebiliriz. Paşa’nın emirlerini bekliyoruz.”
O gece İnönü, paşalara “Milli iradeye saygı gösterin” mesajı yollamış. Ama “can çıkmış, huy çıkmamış.”
Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün tanıklığı bunu doğruluyor.
DP’nin iktidara geldiği gece “Müdahale edelim” diyen zihniyetle, AKP’nin iktidara geldiği sene “Muhtıra verelim” diyen arasında hiç fark yok.
Oysa geçen yarım asra sığan 3 darbe, Türkiye’ye çok şey öğretmiş olmalıydı:
27 Mayıs, 1960’larda Demirel’in iktidarını hazırladı.
12 Mart, 1970’lerde darbe karşıtı Ecevit’i parlattı.
12 Eylül, Evren’in “Oy vermeyin” dediği Özal’a yaradı.
Her darbe, askerin engellemeye çalıştığını tırmandırmaktan, korkularını azdırmaktan başka işe yaramadı.
Son örnek, 28 Şubat’ın Erdoğan’ın önünü açmasıdır.
* * *
Buna rağmen muhtemelen Org. Özkök’ün tanıklığı karşısında kimi eski silah arkadaşları, “O zaman söz dinleyip muhtırayı imzalasan, bunlar gelmezdi başımıza” diyordur.
AKP, 2004’teki bir askeri müdahaleye 2007’deki gibi karşı koyamayabilir, o kadar dik duramayabilirdi.
Peki sonuç ne olurdu?
AKP’yi iktidara taşıyan iki dinamik, içerdeki ekonomik kriz ile dışarıdaki 11 Eylül sonrası iklimdi.
Bu ikisi varoldukça müdahalenin hiç başarı şansı yoktu.
Org. Özkök muhtemelen bunu gördü ve o gün frene basarak, “askeri vesayete son veren komutan” namıyla tarihe geçti.
Kimileri bu sıfatı övgü için, kimileri yergi için kullanacaktır.
Ama gerçek budur.
Onun “müdahale”siyle iş terse dönmüş ve yargılama hayali kuranlar, yargılanır duruma düşmüştür.
* * *
Darbe geleneğinin bitmiş olması sevindirici...
Üzücü olan iki şey var:
Birincisi: O geleneğin yarım asırda sivil bilinci köreltmiş olması, askerin sigortasına alışmış kitlelerin zamanla uyuşması, demokrasi tehdit altına girdiğinde partilerin, sendikaların, derneklerin, üniversitenin, medyanın, sivil toplumun beklenen direnişi gösterememesi...
İkincisi: Bugün askeri vesayet yerine inşa edilen sivil vesayette frene basacak bir “Özkök” çıkmaması; “Yargıyı kontrol altına alalım”, “Basını susturalım”, “İşkencecileri kollayalım”, “Muhalifleri içeri tıkalım”, “Uludere’den, Şemdinli’den bahsedilmesini yasaklayalım” diyen “sivil komuta kademesi”ne, başlarındaki “komutan”ın “Durun, milli iradeye saygı gösterelim, demokrasiden sapmayalım” dememesi... Tersine, vesayeti bizzat inşa etmesi...
* * *
O zaman cılız demokrasi nasıl ayakta duracak?
Ordunun bıraktığı büyük boşluk nasıl dolacak?
Karşımızdaki asıl ağır soru budur.
(Milliyet gazetesinden alınmıştır)