Sevgililer Gününde aşk...



Dün gazetelerin çıkardığı “Sevgililer Günü” eklerine baktım...

“Hangi burç nasıl hediyelerden hoşlanır”, “klasik bir Sevgililer Günü akşam yemeğini nerede yersiniz” türünden yazı ve röportajlarla kaplı ekler...

Gazeteler birkaç da bilindik aşk hikayesini taşımışlar sayfalara, human interest olsun, ilgi çeksin baabında...

***
Geçen yıl, televizyonda yaptığım Son Kale programıyla çakışıyordu Sevgililer Günü...

Nasıl mutlu olmuştum...

“En iyisi televizyon programıyla geçiştirmek Sevgililer Günü’nü...” demiştim içimden; “Ne de olsa ilk göz ağrılarımdan biri televizyon... Uğruna az fedakarlık yapmadım, az buz bir aşk değildi televizyonla aramdaki...”

Zor günlerdi o günler...

Bir sevgiliyle, Sevgililer Günü yaşayacak güçte ve mood’da hissetmemiştim kendimi...

Çocuklardan uzaktaydım...

Canlarından uzakta kalınca insan, aşkın da bir kıymeti kalmıyor galiba...

Geçiştirmek en şifalı yol gelmişti bana...

“Sevgililer Günü” kutlamayı reva görmemiştim kendime...

***
Şükür hayat değişti, kısıtlamam yok, çocuklarımla görüşüyorum bu yıl...

Şimdi geldi küçük kızım “Bana mumlu çilekli pasta” alsana dedi...

14 Şubat’ta çocuklar bende mi olurlar annelerinde mi bilmiyorum...

Fark etmiyor...

O gün veya ertesi gün için, söz verdim kızıma “Sevgililer Günü” hediyesi mumlu çilekli pasta alınacak çocuklara...

Şimdi yaşadığım aşkların ve ayrılıkların ortasında sevgililerle geçirdiğim günler geliyor gözümün önüne...

***


Üstümde bir örtü var farkındayım...

Büyük aşklara, büyük çarpışmalara, büyük fırtınalara ve kasırgalara karşı...

Bir inanç eksikliği mi var?..

Bilmiyorum fakat bir reserv var, orası kuşkusuz...

Ne deli aşklar ve cesaretler yaşamışım...

Kimleri nasıl ürkütmüşüm de bana mısın dememişim!..

İtiraf ediyorum, aşka başlarken, aşkı hissederken hiçbirinin olacağını tahmin etmemiştim...

Hesaplamamıştım...

Hesapsız kitapsız dalıvermiştim öylesine kaderin beni çektiği yere...

Şimdi düşünüyorum...

Bu sonuçların olacağını bilseydim, yine aynı şeyleri yapar mıydım?..

Bunca deli cesaretiyle, bunca aşka yelken açar mıydım?..

Hayatta hataya inanmam ki ben...

Çıkartılacak derslere inanırım...

Kaderimde vardı ki yaşadım...

Kanım durmuyordu ki damarda akmakla kalmadı, fışkırdı...

Şimdi yaşadığım bütün aşklardan, damağımda tortulanan buruk bir tat ve aşklardan bana yadigar üç yaşı küçük kendileri büyük aşklarım var...

Sevgililer Günü’nde içimde çocuklarım olacak...

*****
2012 DEPREMİ VE AVRUPA BİRLİĞİ STANDARTLARI...

2012’nin geldiği günlerde, bu yılın ilk yarısının inanılmaz gergin olaylarla geçeceğini, büyük bir arınmanın gerçekleşeceğini, herkesin eteğindeki taşların, içindeki sırların teker teker ortaya döküleceğini, büyük bir karmaşa yaşanacağını yazmıştım...

Bu sadece Türkiye’de değil, dünyada böyle olacaktı...

Astrologlar, quantumcular, evren üzerine çalışanlar bu gerçekleri söylüyorlardı...

Türkiye için de tahmin ettiğim, açıklanan süreçler ve üstü açılacak örtüler vardı...

Fakat bu kadar gergin, böylesine karmaşık, bu kadar bıçak sırtı olayların yaşanacağını tahmin etmiyordum...

***


2012 yılının analistleri, yaşanan karmaşanın yılın ikinci yarısında bir rahatlama getireceğini ve her şeyin eskisinden iyi olacağını söylüyorlardı...

Türkiye Kürt sorunu olarak bilinen sorunu çözme sürecine mutlaka girmeli...

Bu sorun, bizi yakamızdan sürekli çekiyor...

Türkiye darbelerle ve darbecilerle meselesini de artık halletmeli...

Sivil, demokratik bir hukuki altyapı yeni hazırlanacak anayasayla kurulmalı...

Avrupa Birliği standartlarında bir demokrasinin bütün altyapısı hiç geciktirilmeden kurulmalı...

AKP iktidara geldikten ve muktedir olduktan sonra, belki Avrupa Birliği’ni eskisi kadar önemsemedi...

Ancak yaşanan son olaylar Türkiye için Avrupa Birliği’nin ne kadar hayati önemde olduğunu bir kez daha vurguluyor...

**
“Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne ihtiyacı, ekonomik değil, siyasal, sosyal, kültürel ve hukuksal”dır deyip durduk yıllardır...

Avrupa Birliği standartları, demokrasimiz ve siyasi sistemimiz için elzemdir...

Bu ülke Ortadoğu’nun iç ve dış çatışmalarla dolu istikrarsız coğrafyasından, acele olarak kendini kurtarmalıdır...

Avrupa Birliği müktesebatı bir demokrasi şemsiyesidir Türkiye için...

Başbakan’ı için, muhalefet liderleri ve milletvekilleri için, yargısı, askeri, polisi, sivil toplum örgütü ve halkı için...

Bu olaylar Avrupa Birliği’nin ve standartlarının ne kadar elzem olduğunu bütün ülkeye hatırlatırsa, “hayırlı”dır...

Aksi halde, hayırsız ve uğursuz bir gelişmedir...

*****
GÜNÜN ANLAMLI SÖZÜ

ZOR ZAMANLAR...

“Zor zamanlarda dünyayı gerçekte olduğu gibi algıladığımızı düşünürüz...

Bu yanlış bir varsayımdır...

Aslında onu sadece algımızın ‘umutsuzluk’ çerçevesinden görürüz...

Etrafımıza üzgün ve umutsuz gözlerle bakarız...

Kendimizi daha iyi hissettiğimizdeyse, dünya gözümüze daha iyi görünür...

Neşe duygusu yeniden içimizi kapladığında dış dünya da bize bu duyguyu yansıtır...

Robin Sharma...”

***
Bugün Türkiye’ye bakıp umutsuzluğa kapılabilirsiniz...

Kimin nerede durduğunu tam bilmiyorsunuz...

Neden orada durduğunu da tam kestiremiyorsunuz...

Türkiye’nin demokratik bir sistem içinde, bir Ortadoğu ülkesi depremine maruz kalmadan, kurumları ve sistemi daha fazla kırıp dökmeden bu dehlizden nasıl çıkacağının cevabını da tam kestiremiyorsunuz...

Karamsar tablo umutsuzluk yaratıyor içinizde bu kesin...

Ancak şu anda yaşadıklarınız, gerçeğin sadece bir yüzü...

Bir süre sonra, kendimizi daha iyi hissedeceğiz...

Olayları “ders alınacak iyi yönlerinden” görmeye başlayacağız...

***
Belki de bu olaylar, devletin terör örgütüyle savaşında, terörü etkisizleştirmek, Türkiye’nin önünü açmak için neleri yapmak durumunda olduğu konusunda, açık bir tartışmaya neden olur...

Kim bilir belki toplum, açık gündemli bir tartışmada, toplumsal barışın nasıl sağlanacağı konusundaki mutabakatını cesurca dile getirir...

Bazen gizli kalmış, üstü örtülmüş şeylerin ortaya çıkması, büyük ve radikal çözümlerin başlangıcıdır...

Bugünkü umutsuz tabloyu algılama biçiminiz gerçeği yansıtmıyor...

Bir süre sonra içinizdeki umut kıpırtıları hayatı olumlu okumanıza yol açacak...