Seni niye ciddiye almadıklarını anladın mı?

Nasıl oluyor da, 100 bin kişilik ordu, 700 kişiyle saldıran terör örgütüyle baş edemiyor?

Günün sorusunu, sık sık devletin şiddet politikalarını eleştiren, ama terör örgütü söz konusu olunca, “gerilla dağa çıkmakta haklı” diyerek “barış güvercini” ayaklarına yatan bir gazeteci ağabeyimiz sordu.

Nasıl oluyor?

Nasıl oluyor da, koskoca devlet bir işin üstesinden gelemiyor?

Bu gazeteci ağabeyimiz, bir süre önce, Başbakan Erdoğan’ı “Kürt haklarının inkârcısı” ilan etmişti... Ve hükümeti, Kürt sorununu çözmek yerine, “güvenlikçi politikalara sapmakla” suçlamıştı.

Bir eleştiridir.

Elbette değerlidir.

Hükümet, hükümetse, eleştirileri dinler, bir değerlendirmeye tabi tutar ve buna göre bir yol haritası benimser.

Fakat, eleştirinin de bir gerçeğe istinat etmesi gerekiyor.

Erdoğan’a “Kürt haklarının inkârcısı” derseniz, bu doğru bir eleştiri olmaz.

Erdoğan’ı bir sürü başka şeyle suçlayabilirsiniz, suçluyorsunuz da nitekim... “Başına buyruk hareket ediyor” dersiniz, “muhalif sözü dinlemiyor” dersiniz, “İdris Naim Şahin’i görevden almıyor” dersiniz, “eleştiriden hoşlanmıyor” dersiniz...

Bir sürü şey söyleyebilirsiniz ve bunlar duruma göre “doğru eleştiri” yerine de geçer ama “Kürt haklarının inkârcısı” derseniz, hem ayıp etmiş olursunuz, hem de bilinçaltınızdaki marazi düşmanlığı ele vermiş olursunuz.

Hem de boş konuşmuş olursunuz.

İnsaflı bir gazeteci, Cumhuriyet tarihi boyunca yok sayılan Kürtlere, ilk kez bu dönemde “hak” temelinde yaklaşıldığını görür ve bir hakkı teslim eder.

Ve yine insaflı bir gazeteci, BDP’lilerin küçümseyerek baktığı “Olağanüstü Hal’in kaldırılması, Kürt kimliğinin tanınması, Kürtçenin yasak dil olmaktan çıkarılması, Kürtçe televizyona izin verilmesi, Kürt dilinin seçmeli ders olarak müfredata sokulması” türünden iyileştirmelerin, yine bu dönemde, yine bu Başbakan eliyle sağlandığını görür ve “Kürt haklarının inkârcısı dersem, bunu vicdanımda nasıl telif ederim” diye düşünür...

Bu gazeteci ağabeyimiz, ciddiye alınmamaktan şekvacı... Bu duygusunu zaman zaman makalelerinde yansıtıyor. “Nasıl oluyor da, 100 bin kişilik koca ordu, 700 kişiyle baş edemiyor?” derken de ciddiye alınmak istiyor...

İlginçtir, barış güvercinimiz, bu kez, “100 bin kişilik ordunun beceriksizliğini” sorun yapıyor...

Heron’u olan, tankı olan, uçağı olan 100 bin kişi, nasıl olur da küçücük bir orduyla baş edemezmiş...

Kurmay değilim, askerlik işinden de anlamam ama donanımı güçlü bir ordunun 700 kişiyle baş edememesi, galiba sadece “beceriksizlikle” açıklanamaz.

Esas mesele, bu kadar ölünün oluşturacağı travmayla baş etmek.

Bu travmayla baş edecek bir devlet de henüz icat edilmedi.

Aslolan, öldürmeden, Kemal Tahir’in ifadesiyle “bire kadar kırmadan” o çocukları dağdan indirmek, o çocukları dağdan indirecek bir vasatı egemen kılmak. Ama sen “gerilla dağa çıkmakta haklı” dersen, o çocuklar da dağdan inmez.

Hadi diyelim ki devlet o 700 kişiyle baş edecek bir “büyük askeri harekât” başlattı ve dağdaki bütün çocukların icabına baktı.

Bu defa da “güvenlikçi politikalarla bu iş hallolmaz” demeyecek misiniz?

Nitekim diyorsunuz...

Hükümeti hem güvenlikçi politikalara sapmakla, hem de güvenlikçi politikaların gereğini yerine getirmemekle suçlayacaksınız...

Niye ciddiye alsınlar ki?

HAMİŞ: Yıldıray Oğur harika yazılar yazıyor. Bu yazıları gazetenin yayın müdürü okuyor mu, bilmiyorum. Bana “okumuyor” gibi geliyor. Okuyorsa da, anlamıyor.

(STAR)