Şemdinli neden Halep olmaz?

ARAP halkları...

BİR: Hep mustarip idiler.
İKİ: Hep ayaklanmaya hazır idiler.
Ancak...
Bu iki faktörle “bahar”ın gelmesinin imkânı yoktu.
Üçüncü faktör gerekiyordu:
“Uluslararası destek... Batılı güçlerin onayı... Buradan sağlanacak meşruiyet... Yine buradan sağlanacak görünürlük ve teşvik edicilik...”
Arap Baharı nasıl mümkün oldu?
Nasıl olacak?
Üçüncü faktörün de devreye girmesiyle birlikte...

“Arap Baharı”nı bu şekilde okumayan, okuyamayan PKK, “acaba biz de bir çiçek açtırır mıyız, acaba Şemdinli’den bir Halep çıkarır mıyız?” diye bir deneme içine girdi.
Ama görülüyor ki:
Olmuyor.
Olamıyor.
Şemdinli Halep olmuyor.

Peki neden?
Her şeyden önce PKK, Şemdinli’de “yeteri kadar mustarip” ve “yeteri kadar ayaklanmaya hazır” bir taban bulamamış görünüyor.
Ancak benim asıl iddiam şu:
PKK, Şemdinli’de o tabanı bulabilseydi bile başarılı olması imkânsızdı.
Çünkü “çiçeğin açması” için gereken “üçüncü faktör”, devrede değil.
İşte bakın:
- Uluslararası toplum “Şemdinli... Şemdinli...” diye inlemiyor.
- Batılı ajanslar “Şemdinli”yi görünür kılmak için gayret göstermiyor.
- Batılı güçler Suriye’nin binde biri kadar bile “Şemdinli” demiyor.
Kısacası...
Bir körlük ve sağırlık durumu var.
Ama bilinçli bir körlük ve sağırlık durumu bu...
Adamlar Türkiye gibi bir müttefikin elini zayıflatmak istemiyorlar.
Türkiye’ye ihtiyaçları var.
Hem de çok.

Bu durumda...
“Arap Baharı”nın romantizmine kendini kaptırarak ve gaza gelerek Şemdinli’den Halep çıkarmaya çalışan PKK’nın, avucunu yalamak durumunda kalacağını söyleyebiliriz.
Hem de rahatlıkla...

ESKİ Genelkurmay başkanlarından Hilmi Özkök, önceki gün Ergenekon ve Balyoz davalarında “tanık” sıfatıyla ifade verdi. Gazeteler bu ifadeden meşreplerine göre faydalandılar.
İktidar yanlısı basın Özkök’ün ifadesinden “her şeyi doğruladı” sonucunu çıkardı.
İktidar karşıtı basın ise aynı ifadeden “hiçbir şeyi doğrulamadı” sonucunu çıkardı.
Yani Özkök’ün ifadesi iki kampın da işine yaradı.
 
Ama ben en çok Milliyet’in sürmanşetine takıldım.
Fikret Bila konuşmuş Özkök’le...
Silah arkadaşlarını duruşma salonunda görünce çok üzülmüş Hilmi Özkök...
“Çok acı çektim çok” demiş.
Gazete de bunu başlığa çekmiş.
Başlığın yanında da üzgün bir Hilmi Özkök fotoğrafı...

Paşamız bağışlasın beni...
Ama insan fotoğrafa ve başlığa şöyle bir bakınca...
“Acıların çocuğu küçük Hüsamettin gibi” demekten kendini alamıyor.

BİR: Zorbalara yaranılmaz... 40 bin kere “çok yaşa” dediğin halde bir kerecik “olmaz böyle şey” dediğinde zorba çatıverir kaşlarını...
İKİ: Yalakalara güven olmaz... Bugün gücü elinde toplayanın yanına kolayca geçiveren, yarın gücü elinde toplayan başkasının yanına da kolayca geçiverir...
ÜÇ: İtirafçı emin kişi değildir... Satmaya meyyaldir... Bugün dava arkadaşını satan, yarın herkesi satar.

OBAMA’nın “beyzbol sopası”na karşı...
Ben “levye” dedim, “terlik” dedim, “kemer” dedim, “haydar” dedim, “kerata” dedim, “merdane” dedim, “oklava” dedim...
Siz de boş durmadınız.
Şunları dediniz:

GÜRZ: Ayşe’den geldi bu öneri... Gürz kelimesinin başına “Osmanlı” demeyi unutmadan... “Yine de şahlanıyor aman” duygusuyla...
TESPİH: Yılmaz Cebecioğlu tespihi öneriyor... “Kehribar tespih yeter” diyor... “Lahavle çektiğini göstermiş olur” diyor.
YABA: Ulvi de bunu öneriyor... Şu notu ekleyerek: “Gerileyen tarıma da bir selam gönderilmiş olur”.
ÇAKI: Hakan Ayyıldız’ın önerisi... Erdoğan çakısını çıkarsın, hem fazla önem vermediğini göstermiş olur, hem de çakı taşımanın sünnet olduğunu anımsatmış olur.
ASA: Ama öyle bildiğiniz asalardan değil... Aczmendi asası... Önerinin sahibi: H. Çalışkan.
KIZILCIK SOPASI: Esin’in önerisi de bu... “Yerli malı” diyor... “Anılarımızda var” diyor... “Olur mu olur” diyor.
BİBER GAZI: Volkan Yılmaz güncel bir savuşturma aracı olan “biber gazı”nı önermiş... İyi de yapmış... Görüntü şu: Gaz maskesi takmış, elinde biber gazı olan bir Erdoğan...
CİRİT SOPASI: “Ben bir dadaşım” diyen Erbay, Erzurum usulü cirit sporunun bir unsuru olan “cirit sopası”nı öneriyor.
BEYAZ BAYRAK: İsmini vermek istemeyen bir okurumuz da “beyaz bayrak alsın eline” diyor. Ardından da ekliyor: “Ben ettim, sen etme kabilinden...”
BALYOZ: “Bunu nasıl unutursun” diyen tonlarca mesaj aldım... Mesajlarda “balyoz”un çok katmanlı gönderme yapma potansiyeline dikkat çekiliyor.

HİÇ sevmem “toplumda karşılığı yok” cümlesini...
Buram buram ilkesizlik kokusu gelir bu cümleden.
Hele kendisine “Müslüman’ım” diyen birine hiç yakıştırmam böyle bir cümleyi...
Düşünün:
Mekke’de yıllarca çaba gösterip sadece 40 kişiyi ikna edebilmiş Hz. Peygamber için de dönemin Mekke uluları “toplumda karşılığı yok” diyebilirlerdi.
“Toplumda karşılığı yok” cümlesi insanlık tarihini, ilkesel duruşları yok saydığı gibi İslami de değildir.

Abdullah Gül söz konusu olduğunda “Gül’ün dikeni” diyorlar.
Şarkıcı Murat Boz bir şey yaptığında “Her taraf boz” başlığını atıyorlar.
Deniz Akkaya bozulduğunda “deniz kabardı” diyorlar.
Egemen Bağış merhamet gösterdiğinde “bağış’ladı” yazıyorlar.
En son baktım, Cem Yılmaz’ın bebeğiyle ilgili haberlere...
Herkes bebeğin adından yola çıkarak “Kemal’e erdi” başlığını atmış.

Yaratıcı olmak için çabalamak güzel şey ama bu kadar abanmasak?

GEÇ oldu ama güç olmadı...
Bir kıvılcım düştü ve büyüdü yavaş yavaş...
“Ramazan fetvaları” sonunda sökün etti:
İlk fetva ağda için geldi: “Ağda haram” dendi. Tartışma çok boyutlu olarak sürüyor.
İkinci fetva ise “aşırı sıcakta fenalaşanların oruçlarını bozması caizdir” şeklinde geldi. Bunun tartışması da sürüyor.
Üçüncü fetva “bikini” üzerine... Demircan Hoca “bikini haramdır” dedi. Bu konu fazla yankı bulmadı. Nedense...

Bu son fetvaları yapısal olarak incelediğimizde verebileceğimiz hüküm şudur:
Artık devir “sakız çiğnemek oruç bozar mı?” devri değil...

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)