Sevgili,
Geçen gün dostum Atila Alpöge’den bir ileti aldım. Öykü ilginç geldiğinden seninle paylaşmak istedim. Reklama girmemesi için firma adını saklayarak, birlikte izleyelim:
Selanik’te 1900’lerin başında bir Yahudi aileye günaşırı bir tepsi yoğurt bırakan Türk mandıracı, dünyanın en büyük sanayi gruplarından birinin esin kaynağı olacağını aklına getirir miydi?
Huzurlarınızda Carasso ailesinin öyküsü.
Selanik’te o yıllarda Karasu’lar önde gelen ailelerden biriydi.
Izak Karasu tıp öğrenimini tercih etti. Muayenehane açtı. Evlendi. Bir oğlu oldu.
Adını Daniel koydu. Sonra iki de kızı dünyaya gelecekti.
Balkan Savaşları’nda Selanik düşünce, yani Yunanistan tarafından işgal edilince, Yahudi toplulukta büyük bir panik patlak verdi.
Çoğu Avrupa yollarına düştü. Izak Karasu, İspanya’ya göç etti, Barselona’ya yerleşti. Sonra bir muayenehane açtı.
Çok az hastası vardı, ailesini geçindirmek için zeytinyağı ticaretine de girişti.
Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da müthiş bir yoksulluk dönemi başladı. İspanya da bundan nasibini aldı.
En çok ilaç sıkıntısı çekiliyordu.
Tam da o günlerde Barselona’da çocuklar arasında salgın halinde bağırsak hastalıkları patlak vermesin mi!
Gözleri yaşlı anne-babalar kucaklarında bir deri bir kemiğe dönmüş yavrularıyla, diğer doktorlar gibi Izak Karasu’nun da muayenehanesine dayanıyor, “Kurtar çocuğumuzu” diye yalvarıyorlardı.
***
Ama diğer doktorlar gibi Carasso’nun elinden de pek bir şey gelmiyordu. Gözünün önünde ölüp giden çocukların acısıyla uykusunun kaçtığı gecelerin birinde, bir ses yankılandı belleğinde:
“Yoğurtçu geldi. Kaymaklı yoğurtlarım var.” İrkildi. Selanik’te günaşırı evlerine bir tepsi kaymaklı yoğurt bırakan Türk satıcının sesiydi bu.
Ve “Eureka” çığlıklarıyla hamamdan dışarı koşan Arşimed gibi yataktan fırladı.
“Tabii ya” dedi, “Tabii ya.”
Selanik’te bağırsak hastalıklarının tedavisinde yoğurt kullanıldığını anımsamıştı.
Günde üç öğün birer kâse yoğurt yediriyorlardı hastaya ve birkaç günde sağlığına kavuşuyordu.
Yoğurdun nasıl yapıldığını biliyordu.
Hemen ertesi gün, evinin bodrumunu hazırlamaya koyuldu.
Orası artık mandıraydı.
Birkaç çiftlikten topladığı sütle yoğurt imalatına girişti. Yıl: 1919.
Ancak bir sorun vardı. Avrupa’da yoğurt bilinmiyordu.
Evet, 1500’lerin ortalarına doğru Kanuni Sultan Süleyman bağırsak enfeksiyonuna yakalanan dostu Fransa Kralı I. François’ya bir yoğurtçu göndermişti.
Ne var ki, kral iyileşince yoğurtçu sırlarıyla birlikte İstanbul’a dönmüştü.
Isaac Carasso, ürettiği şeyin Balkanlar’da ve Anadolu’da yaygın bir tüketim maddesi olduğunu nasıl anlatabilirdi?
Çareyi yoğurdunu ilaç olarak kabul ettirmekte buldu.
Ve Carasso’nun yoğurdu eczanelerde satılmaya başladı!
Hasta çocuklarda etkisi çok çabuk ortaya çıktı.
Doktor meslektaşları ona bir tavsiyede bulundular:
Paris’teki Pasteur Enstitüsü’nden fermante edilmiş laktik getirtirse, yoğurdun ömrünü uzatabilirdi.
Sözlerini dinledi. Böylece pastörize yoğurt doğacaktı.
“İlaç” tutunca, Isaac özel ambalajlar yapmayı akıl etti.
Kapakları porselen cam kâseler.
Sıra artık ilaca patent almaya gelmişti.
Bir ışık çaktı; neden oğlunun adı olmasın? Yani minik Daniel’in?
Yaşadıkları Barselona’nın yaygın dili Katalanca’da küçük Daniel’in ya da “Daniel’cik”in karşılığı çok hoştu doğrusu...
***
Yoğurtçuluk çok kısa sürede Isaac’ın asıl mesleği haline gelince Daniel’i onun “tahsili”ni yapmaya gönderdi Fransa’ya.
Marsilya’da ticaret lisesinde okuttu. Ardından Paris’te Pasteur Enstitüsü’nde bakteriyoloji stajı yaptırdı.
Daniel öğreniminden sonra Fransa’da kaldı, çünkü babası Isaac Carasso dünyadan göçmüştü.
6 Şubat 1929’da Paris’te 18’inci bölgedeki bir dükkânda şirket kapılarını açtı.
Onu 1932’de Levallois-Perret’de ilk fabrika izledi.
Yoğurt imparatorluğu işte böyle doğdu ve bugün, 5 kıtada at koşturuyor.
Cirosu 15 milyar Avro’nun üstünde.
100 bin kişi çalıştırıyor. Sütlü ürünlerde dünya birincisi.
İmparatorluğa -babasının sayesinde- adı verilen Daniel Carasso, Daniel’cik, hâlâ hayatta. 99 yaşında. Barselona’da yaşıyor.
Uzun yaşamasının sırrı mı?
Herhalde söylemeye gerek yok; her gün birkaç kâse yoğurt!
Ve Daniel’in kulaklarında -babasının anlattığı- Selanikli yoğurtçunun evlerinin kapısını çalarken seslenişi yankılanıyor:
“Yoğurtçu geldi. Kaymaklı yoğurtlarım var...”
(Cumhuriyet gazetesinden alınmıştır)