“Sekizinci Güzel Adam” Amsterdam’da
dizisini hatırlatacaktır. Yanılmadınız. Ancak sekizinci güzel adamın ismini yazının sonunda
öğreneceksiniz. Önce, “sekizinci güzel adam” ile nasıl tanıştığımızı anlatıp, biraz da
fikriyatından bahsedeyim müsaadenizle.
O’nu ilk defa kısa adı UETD olan Avrupalı Türk Demokratlar Birliği’nin Ankara’daki bir
programında dinledim. Konu ‘Medeniyet Tasavvurumuz’du. Sonra İstanbul Kadıköy’de
yapılan bir hafta sonu eğitim programında da dinledim. Çok farklı bir uslupla, mücerret
meseleleri anlaşılabilir bir dil ile izah ediyordu. Konuşma esnasındaki tebessümü görülmeye
değerdi. Yani gülmek O adama yakışıyordu. Bu yönüyle de, sanki dinleyicilerle farklı bir
diyalog sağlıyordu. Gençlik yıllarımdan bu yana hep ilgi duyduğum sosyologların da
tartıştıkları konulara giriyordu. Medeniyet ve Kültür kavramlarına dikkat çekiyor ve birinin
evrensel diğerinin milli olduğunu söylüyordu. Medeniyet kavramına üç açıdan yaklaşılmasını,
bunların: “İnsan yani kültür, Mekan yani coğrafya, zaman yani tarih” olduğunu ifade
ediyordu. İnsan, tabiatı gereği kendisini biryerlere ait hissetmek ister, aynı zamanda insanın
kendini emniyette hissetme ve sevilme ihtiyacı olduğunu söylerken, ‘aidiyet’ duygusunun
kaçınılmaz olduğuna dikkatimizi çekiyordu. İnsanın en temel ihtiyacının ise ‘kendini
gerçekleştirmek’ yani ‘var olmayı anlamlandırmak’ olduğunu anlatıyordu. En can alıcı
cümlelerden biri de şöyle“Eğer medeniyet tasavvurunuz yoksa, ne yaptığınızın fazla
önemi yoktur.” Bu düşünce pınarını sanki tanır gibiydim. İçinde metafizik bir gerilimi
barındıran bu tavır, bir başka ifadeyle bakış açısı bana Anadolu anlayışını hatırlatıyordu sanki.
Sezai Karakoç’un ‘Masal şiiri’nden bahsediyordu. Bu şiirin, Doğu’nun Batı karşısındaki
çaresizliğini ve Batı’nın hızlı değişimini anlatan bir şiir olduğunu söylüyordu. Ve asıl
meselenin; ‘nasıl bir medeniyet tasavvuru ile bu değişim ve dönüşüm ile başa çıkıp
kendinize ait olanı ve ait olduğunuzu büyütüp geliştireceksiniz?’ sorusuna verilecek cevapta
saklı diyordu.
Daha sonra O adam Amsterdam’da misafirimiz oldu. Gençlik programımıza katıldı. İşte
düğüm burada çözülüyordu. Konuşmasının başında kendi hikayesinden örnekler vermekteydi.
Fakültenin birinci sınıfında değerli hocam, kadim dostum, Mevlevi Emin Işık’la yaşadığı ve
asla unutamadığı bir anısından bahsediyordu. Filibeli Ahmed Hilmi’nin Amak’ı
Hayal’inden örnekler vermişti. Konuşmayı dinlerken, bir ara ‘mezarlıktaki küçük kulübesinde
yaşamını sürdüren Aynalı Baba ile Raci’nin diyalogları ve içtikleri kahve esnasında, Raci’nin
yaşadıkları aklıma gelmişti. “Ey avare yolcu! Yürü! Durma, yürü! Bu geçici alemin zevkleri
seni Allah’a kavuşmaktan alıkoymasın. Yürü ki, yokluk meydanında Allah’ın kudretini ve
sırrını göresin.” diyordu Filibeli…
Ve devamındaki isimler benim de yıllardır tanıdığım, hemhal olduğum, çogu zaman ilham
aldığım kaynaklardı. Çok heyecanlanmıştım. Bir açılış toplantısında olduğumu bile
unutmuştum. Ve yukarıda ifade ettiğim o düşünce pınarı artık çok açık ve berrak bir şekilde
ortaya çıkmıştı.
O adam konuşmasına şöyle devam etmişti: “Medeniyet o kadar güçlü bir şeydir ki, insanın
zihinsel kodlarını ve genetiğini belirleyebilen ve insanın nesilden nesile aktarabildiği bakış açısını, hayatı kavrayışını ve kendisinin kim olduğunu beliryelen çok temel bir
olgudur”.
“Bizim hikayemiz O Nur’un şehre yansımasıyla başlar. İlk Medine ifadesini kullanan
Peygamber efendimizdir” diye devam etmişti konuşmasına. “Bizim medeniyetimiz ünsiyet
üzerine kurulur. Bizim medeniyetimizde insan yalnız değildir. İnsan hem kendisiyle,
hem çevresiyle hem de Yaratıcısıyle ilişki kurabilen, ünsiyet oluşturabilen bir
varlıktır… Batı medeniyetinde, modern aydınlatmacı paradigmanın insana yüklediği
anlamda insan yalnızdır ve bütün hikaye insanın yalnızlığından doğar. İnsan yapa
yalnız bu dünyaya atılmıştır ve acıları vardır…” diyordu konuşmasında.
Evet. Bu adam, TRT’de izlediğimiz Yedi Güzel Adam dizisinin fikriyatıyla yoğrulmuştu.
Bugünkü kuşaklara Maraş ruhunu, Anadolu duruşunu anlatmak için de TRT’de zevkle
izlediğimiz belgeselin mimarlarındandı. Ama bu yeterli değildi O adamı tanımlamak için. Zira
O adam aynı zamanda bir sosyal bilimciydi. Tıpkı, Türk sosyolojisinde önemli bir yere sahip
olan Mümtaz Turhan ve talebesi rahmetli Erol Güngör gibi milletimizin karşı karşıya
olduğu bir çok çetrefilli meseleleri sosyal ilimler metoduyla “objektif” olarak tahlil etmeye
gayret ediyordu. Bu perspektifle, benim de yakından tanıdığım çok değerli bilim adamlarıyla
2023’e Doğru Yeni Türkiye Vizyon Belgesi hazırladılar.
Ve… “Sekizinci Güzel Adam”ın kim olduğunu muhtemelen tahmin etmişsinizdir. O, Yedi
Güzel Adamın yetişitiği toprakların ürünü, yani AK Parti Grup Başkanvekili ve
Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal’dır. Mahir Ünal’ı “Sekizinci Güzel Adam” ilan
ettiğimi telefonda söylediğim zaman, iki hafta önce ortak dostumuz olan Cumhurbaşkanlığı
Genel Sekreter Yardımcısı İbrahim Kalın’ın da aynı ifadeyi kullandığını, “nefsimi
okşamayın” dediğini de son cümle olarak yazmak isterim.
Not: Sekizinci Güzel Adam Mahir Ünal, 34’üncü Amsterdam Tartışmalarının misafir
konuşmacısı. 28 Kasım, Cuma günü saat 19.30’da Amsterdam’da (Wissenkerke; Radarweg
236) adresinde yapılacak olan toplantının konusu: “2023’e Doğru Yeni Türkiye Vizyonu”.