Savaşma... Sarıl ve Sev...

Kaç kez uçak yapıp uçurduğunu unutursun hayallerini...


Birileri toplar hayallerini ve bambaşka dünyalar yaratır kendine, sen ise sadece bakarsın uzaktan, senin işe yaramaz dediklerinden birileri harikalar yarattığında...


Sahip olduklarınla yüzleşerek ve doğro açılardan bakarak, önyargılardan uzak, empati zincirini saglam işleterek mutluluk denilen duyguya sahip olabilirsin sadece. Oyun oynamak adına devam edersen her anına oyun bittiğinde elinde kırık hayat parçacıklarıyla kalakalırsın. Aslında ben... diye başlayan niye cümle zaten cepte hazır bekliyordur seni.


Mutluluk dediğin öyle uğraşarak falan elde edilmiyor, bu yalana inandırmaktan vazgeç artık kendini. Mutluluk denilen sadece senin bakış açın o kadar. Doğru yerden bakmayı öğrendiğinde, başkalarını, kendini, hayatı suçlamayı bırakıp herşeyi olduğu gibi görmeyi bildiğinde mutluluk senin gölgen oluyor zaten.


Bilirim şimdi masal okuma bana dersin bunları okudukça. Haklısın aslında, şimdilik sana masal gibi gelen bu sözlere inanmaman normal çünkü sen daha anne karnındayken başka masala inandırıldın. Ve bilmezsin başka öyküleri, hayalleri, masalları... Ama... Ama bir gün...Bir gün... uyanırsın en umulmadık anda ve en de her şey yolunda gibi gözükürken hayatında...


Ve birden çıkar gelir korkuların en mutluyum dediğin anda. Bir sürü gereklilikle boğuşurken sen hayat denilen koşuda; aniden nefesin kesiliverir bir gün. Olduğun yere yığılır kalırsın ve işte o an yaşamım dediklerine kuşbakışı baktığında yukarılardan, anlam veremezsin yaşadıklarına.


Ayrıntılarda ne kadar boğulduğunu farkedersin ansızın. O bunu dedi, şu böyle istedi, öteki şöyle olmasını daha doğru dedi, eksiksin, yetersizsin, yanlışsın... Bir sürü ses, bir sürü nefes... Hepsi senin dışında ve sen hepsinin ortasında. Hayatında yaşadıklarının bedelini sana akıl verenlerin değilde senin yaşadığını anlayana kadar devam eder gider bu dınlemelerın. Ve sen -mış gibi yaşamın içinde çoktan tanımadığın birine dönüşmüşsündür zaten.


Hazırlıksız bir halde açıktır tüm algıların farkındalıklara ve sen bunun farkına varamayacak kadar girdabındasındır süregidenliğin.


Öyle bir anda çıkagelir ki yüreğin avuçlarına, sen acılar içinde can çekişirken, bir gülücükte o seni korumak ve susmak adına, çoktan elinden tutarak bilinmezlerin çıkıp gitmiştir. Zamanın birbirini belirsizlikle takip ettiği anlarında rakılar bir dolar bir boşalır gönlüne ve sen acımasın ayakları diye serdiğin gül yapraklarının üzerinden onsuzluğa yürürsün bilmeden. Gözlerinden akamayacak kadar aşk dolmuştur yüreğine. Sarhoşluk işlemişken özlemlerine düşe kalka gittiğin siz kokan odada değildir artık seveceğin hiçbir şey.


Geçer.


Sorularla geçer zaman. An be an yüreğine işleyen sızılarla.


Ve gene hiç beklemediğin bir an da burun buruna gelirsin onunla, sen telaşındayken hayat denilenin. Nefesine dokunacak kadar yakınken, kendince yargılarını kusarsın dinlemeden, gidişinden sustuğun ne varsa kusarsın suratına suratına ve tam haklı çıkacakken ve bu rahatlatacakken seni öyle bir şey söylerki bildiğin ve inandığın her şey yerle bir olur. Kendi bakışından haklısındır ama bilirsin ki can vermek gibiydi onu sevmek cansız sanılan tüm varlıklara.


Gebe kalmış nice soru hiçliğe dönüşüverir birden. Susarsın. Susar. Ama anlarsınız aslında birbirinizi hemde hiç olmadığı kadar iyi.


Sen onlu hayata soyunurken fütursuzca o ölümü taşımaktadır aslında avuçlarında ve bu yüzden sen endişelerde boğulmaya mahkumsundur onun gerçeğiyle yüzleşene kadar.


Kalabalıkları hiçe sayarak camdan duvarın ardından dokunmak eline, yüzüne, tenine. Dokunamayacağını bildiğin halde tenine, yasaklı olduğun halde deli gibi özlersin cam duvarın ardından. Her yerdedir artık o camdan duvar artık. Elin eline değerken, gülerken, konuşurken, otobüste, yemekte, barda... Her an... Her yerde...


Savaşmayı bırak hayatla.


Sarıl ve sev sadece onu...


Taş plaktan bir name yükselirken bir yudum daha çek hayat kadehinden.


Hadi afiyet olsun...