7 Şubat'ta Özel Yetkili Savcı'nın MİT müsteşarını ifadeye davet etmesi, Başbakan tarafından bir savaş ilanı olarak görüldü. Bu algıdan haraketle karşı önlemler planlandı.
Hükümete göre Yargı, yürütme-yasama ikilisine savaş ilan etmişti. İlk savunma tedbiri olarak, kanun aceleyle değiştirildi ve MİT mensupları için Başbakan'ın koruma kalkanı çalıştırılarak tehlike Yasama organı eliyle savuşturulmuş oldu. Sonrasında savaş devam etti. Başbakan'ın ÖYM'lerin yürüttüğü soruşturmalara itirazları -28 Şubat soruşturması gibi- bu savaşın devam ettiğinin işaretleri idi. ÖYM'lerin kaldırılması, AK Parti hükümetinin topyekûn bir saldırı ile düşmanı ortadan kaldırması anlamına geliyor. Kullandığım tabirler siyaset ile savaş arasındaki ince çizgiden ilham alıyor ve olan bitenlerin gerçekte bir güç mücadelesi olduğunu anlatıyor.
Meclis'ten çıkan kanun ÖYM'leri kaldırırken, bugün görevi başında olan savcıları tek tek saf dışı bırakıyor. Kısaca bu kanuni düzenleme, fiilen ve isim isim ÖYM'lerin ön safta görünen savcılarının sahip olduğu yetkiyi ve gücü ellerinden almış oldu.
AK Parti hükümeti hedefi yok etti. Peki savaşı kazandı mı? Yürütme-yasama ikilisi ile yargı arasındaki savaşın galibi kim?
Muharebeyi kazanmak her zaman savaşı kazanmak anlamına gelmiyor. Bazen ödediğiniz bedeller yüzünden, düşmanı yok etmek bile savaşı kazanmak değildir. ÖYM'lerin kaldırılması AK Parti için tam olarak bir Pirüs zaferi.
Siyasal sistem veya hukuk düzeni açısından bakarsanız bu bir devlet krizi idi. Devlet gücünü kullanan erkler çatıştılar ve anlaşmazlığa düştüler. Aralarında bir yetki uyuşmazlığı ortaya çıktı. Yürütme-Yasama ikilisi, yani AK Parti hükümeti devlet sisteminin dengelerini değiştirerek, hukuk düzeninin en temel dayanağına, yani mahkemelerin yetkilerini kısıtlayarak bu uyuşmazlığı kendi lehine çözmüş oldu. Devleti devlet yapan temel prensiplere dair bir anlaşmazlık, yargı aleyhine yapılan bir düzenleme ile sona erdi.
Peki elimizdeki sonucun pratik değeri ne? Fiilen AK Parti ne yapmış ve ne elde etmiş oldu?
Büşra Erdal'ın dünkü haber-analizi durumu özetliyor. ÖYM'lerin kaldırılması, kamu görevlilerinin yer aldığı örgütlü suçların soruşturulabilmesi için izin almayı kural haline getiriyor. İzin almamak, yani doğrudan soruşturma açmak sadece kanunda sayılan suçlar için bir istisna. Böylece yargı ile suç iddiaları arasına siyasî irade kalın bir duvar halinde girmiş oluyor. Peki kanunda sayılmayan suçlar hangileri? Devlet yetkisini, gücünü ve imkânlarını kullanarak girişilen darbe ve terör suçları dışındaki suçların tamamı. Meselâ, belediyelerdeki ve bütün kamu kurumlarındaki organize yolsuzluklar. İzmir Belediyesi'nde ÖYM'nin yürüttüğü soruşturmanın bir benzeri artık olmayacak. Kamu görevlilerine, bütün yargı karşısında icra gücünün koruma kalkanını getiriyor. MİT mensupları gibi Başbakan'ın himayesine de ihtiyaç yok. Amir, memurunu lağvedilen Memurîn Muhakematı Kanunu'nda olduğu gibi savcılar karşısında koruyacak.
Hükümet ile darbeciler arasında yapılan pazarlık söylentileri? Askerî yargıyla ilgili yeni yetki çatışmaları belki ortaya çıkabilir. Ama hiç olmazsa şimdilik kaydıyla 28 Şubat soruşturması dışında, bu kanundan etkilenen darbe davası yok.
Çıkan kanun metninin sağını solunu kurcaladıktan, yeteri kadar karşılaştırma yaptıktan sonra, özün özünü arayanların varacağı başka bir sonuç olabilir mi? Kanun metinleri ile gerçek hayat arasındaki mesafe her zaman beklenmeyen problemler doğurabilir.
Gelelim Pirüs zaferine. Yargı fiilen ciddi bir sarsıntı geçirecek. Ama orta ve uzun vadede gerçek güç yargının elinde. Bu güç yargının varoluş nedenlerinden ve evrensel hukukun prensiplerinden kaynaklanıyor. Demokratik-hukuk devletinde hukuktan önce bizatihi demokrasinin kendisi, yargı denetimi karşısında ayrıcalığa izin vermiyor. Yöntem ise dokunulmazlık zırhı arkasına saklananların, sandıktan çıkan irade eliyle mahkum olması. Yürütme, yasama ve yargı; devlet erklerinin tamamı halk adına karar verdiğine göre sonucu taktik savaşlar değil halkın iradesi belirliyor.
(Zaman gazetesinden alınmıştır)