Savaş varsa hayat yok
Geçenlerde, Londra’da yaşayan Suriyeli bir aileyi dinledim. Savaşın, acımasızlığın fırtınalarından kaçıp sığınmışlar buraya. Yaşadıkları vahşeti, aile bireylerinin nasıl katledildiklerini anlattıklarında, hissetmemek mümkün değildi yaşadıklarını. İçim ürperdi, dilim varmadı teselli vermeye.
Uzun yıllar davam haline getirdiğim ama nedense son zamanlarda, düşüncelerimde tazeliğini yitiren Filistin geldi aklıma. Annesi gözlerinin önünde can veren çocuğun o korku dolu feryadı. Babasının dizleri dibinde kurşunlara hedef olarak can veren küçük Muhammed. Tepelerine yağan bombalardan kolları bacakları kopan masumlar. Babaları ekmek getirecek diye evde aç beklerken, ekmek yerine önlerine babalarının cesedi serilen küçük çocuklar. Bunlar geldi aklıma.
Sonra Irak, sonra Afganistan, sonra Libya, sonra Çeçenistan, sonra Arakan, sonra Suriye vs… Savaşın güzelleştirdiği bir ülke gösterin bana, çocukların ve masumların ölmediği…
Birilerinin aldığı kararlara, halk olarak bizleri de karanlık günlere sürüklemelerine, dışarıdan çaresizce seyirci olmakla yetinmek, insanın ne kadar zoruna gidiyor öyle değil mi?
Belki de bazılarımızın umurunda bile değil. Hayat devam ediyor ne de olsa. Biz devam edelim en iyisi yaşamaya. Yüzümüzden gülücükleri, hayatımızdan eğlenceli geceleri hiç eksik etmeyelim. Takalım kulaklıklarımızı, açalım sonuna kadar müziği, duymayalım hiçbir şeyi. Tepedekiler savaş kararları alırken, sosyal paylaşım sitelerinde saçma oyunlar oynayarak, ‘muz ve avokado ya da üzüm’ olalım.
Savaş kararları alınırken, malum TV kanallarının hiç ara vermeden yayınlamaya devam ettiği, daha doğrusu bizi sürekli uyur halde tutmaya çalıştıkları o saçma dizileri izlemeye devam edelim.
Sonra da yatağımıza uzanıp rahat bir uyku çekelim. Sabah uyandığımızda, çevremizdeki insanlara hiçbir şey yokmuş gibi cıvıl cıvıl, neşe dolu mesajlar gönderelim.
Sonuçta bizim yaşadığımız dünya Ütopya.