Sahi Tarık Akan niye yoktu

DÜN en önemli soruyu Radikal gazetesi yazarı Akif Beki sormuş:

“Tarık Akan niye orada değil?”

Yani Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılandığı mahkemenin önünde niye o da yoktu diye soruyor.
Sonra da bir liste veriyor:
Tarık Akan, Şerif Gören, Fatma Girik, Orhan Gencebay, Edip Akbayram, Selda Bağcan, Gani Müjde...
Niye, mahkemenin önündeki o kalabalık içinde onlar da yok diye soruyor.
Ben de soruyorum.
Doğru... Niye yoktular?

* * *

Yazıyı okuduktan sonra Akif Beki’yi arayıp, sohbet ettim.
Şunu söyledim:
“Bu soru gerçekten çok önemli. Sormak lazım. Ama soru iki türlü sorulabilir.”
Bir; işaretparmağını sallayarak, suçlayıcı bir tonla.
“Seni gidi seni, söyle bakalım, niye yoksun orada” tarzında.
İki; işaretparmağını sallamadan, daha yumuşak bir tonla, anlamak için sorulabilir.
Bence bu soruyu mutlaka sormak lazım.
Ama anlamak, bu sessizliğin manasını çözmek için, samimi bir tonla.
Çünkü o soruyu sorunca, Tarık Akan’ın kim olduğunu da ortaya çıkarabilirsiniz.
* * *
Kimdir o mahkemenin önündeki kalabalığa karışmayan insan?
12 Eylül’de en ağır işkenceleri görenlerden biridir.
Gördüğü işkenceyi kitap haline getirdiğinde önce bana getirmişti.
Dehşet içinde okudum, ürperdim.
O kitap basıldı.
Okursanız, Tarık Akan’ın kim olduğunu çok iyi anlarsınız.
Akif Beki’nin sorduğu soruya dönüyorum.
12 Eylül öncesinin ülkücüleri, Dev Yol’cuları, “Bend Deresi’nden Çankaya’ya 50 metre arayla Kalaşnikof’lu adam dizeriz” diye böbürlenen Dev Yol’cusu orada, Tarık Akan niye yok?
Gidip kendine sorun.
Sakın, bugünlere bakıp, orada yapılanların samimiyetine inanmadığı için olmasın?
Çünkü tanıdığım Tarık Akan, dün ne idiyse bugün de o...

YAZIMA Fırat Üniversitesi de bir açıklama göndermiş.
Profesörlük jürisinin, biri Fırat Üniversitesi, dördü başka üniversitelerden olmak üzere, kurayla belirlenen 5 profesörden oluştuğunu belirtiyor.
Kadro için iki kişi başvurmuş.
Jürinin 3 üyesi öteki aday, iki üyesi ise Doç. Bilgin Gürateş için oy kullanmış.
Neticede o profesör olmuş.
Görüyorsunuz, onlar da olayın bu tarafına takılmışlar.

DÜN, öldürülen Doç. Bilgin Gürateş’le ilgili iki mesaj aldım.
Yazanların ikisi de öğretim üyesiydi.
Onun hakkında yazdığım yazıda, bir “namus cinayeti” ihtimalini ima etmemi eleştiriyorlardı.
İkisi de çok samimi duygularla yazılmış mektuplardı.
En küçük bir hakaret, ağır ifade yoktu.
Eleştiriler bu kadar samimi olunca, aynı samimiyetle cevap vermek lazım.

* * *

O yazıyı, Anadolu’da yaşayan genç bir insanın cinayete kurban gitmesinden çok etkilenerek yazmıştım.
Duruşu, bakışı, fotoğrafları ile bana, kendi öğretim üyeliği yıllarımı hatırlatmıştı.
O nedenle kariyerini iyice inceleyip, iyi bir doktor olduğunu, akademik çalışmalar yaptığını, modern bir insan olduğunu anlatıp, portresini ortaya çıkarmaya çalışmıştım.
Yani dost bir yazıydı o.
Tabii ki, gazetecilik şüphesiyle de ambalajlanmıştı.
Biz gazeteciler şüpheciyizdir. Olmadık sorular sorarız.
Akşamüzeri saatlerinde yazı işleri müdürümüz aradı ve cinayetin bir mafya olayı olduğunun ortaya çıktığını söyledi.
Yine de yazımı değiştirmedim.
Çünkü, bu bir mafya cinayeti olsa da, cinayeti işleyen insanların ruh halini ortaya koymaya çalıştım.
Bir insanı domuz bağıyla bağlayıp, hareketsiz hale getiren katillerin, başı veya göğsü yerine, hangi ruh haliyle kasıklarına nişan aldığını anlamaya ve anlatmaya çalıştım.
Tecessüsüm idrakimi zorlamış da olabilir.
Belki psikologlar ne demek istediğimi daha iyi anlarlar, daha iyi izah edebilirler diye düşünüyorum.
Yazdığım şeylerde, cinayete kurban giden genç insanı rencide edecek bir şey olmadığı kanaatindeyim.
* * *
Ayrıca namus cinayeti olsa ne fark eder?
Hayatım boyunca, namus cinayetine kurban giden insanların namusunu savundum.
Tam aksine onun portresini güzel bir insan olarak yazmaya çalıştım.
Microsoft Search’e girip, akademik çalışmalarının, ondan yapılan alıntıların listesini çıkardım.
Hayat dolu, genç bir öğretim üyesinin niye profesör yapılmadığını, niye böyle hunhar bir cinayete kurban gittiğini araştırmaya çalıştım.
Yine de, çok etkilendiğim bir insan hakkında yazdığım bu yazıyla, hiç istemeden, aklımın ucundan bile geçirmeden, ailesini ve yakınlarını üzdüysem özür dilerim.
Niyetim hiç o olmasa da, sebep olduğum üzüntünün sorumluluğu bana aittir...

(Hürriyet)