“Ben bu haberi niye beklettim” diyerek kafamı vurduğum çok olmuştur. Yine aynısı oldu.

Gerçi benimkisi bekletmek sayılmaz. Adım başı açılan merkezleri ve Türkiye’deki reklamlarını görünce, ülkedeki tüp bebek merkezlerini aramış, kendileriyle röportaj yapmak istediğimi söylemiştim. Bundan üç sene önce olduğu gibi, yine “biz filancaya bağlıyız. İzin almadan konuşamayız. İzin alalım, sizinle öyle konuşalım” dedi bir merkezin yetkilisi.

Genç kızların para karşılığı yumurtalarını sattıkları iddialarından sonra basından çekindiklerini biliyordum. “Amacım sizi zorda bırakmak değil. Ülkede sadece turizm ve üniversitelerin ekonomiyi ayakta tuttuğu söyleniyor. Oysa yurtdışında müthiş reklamınız yapılıyor. Yılda aşağı yukarı kaç hastanın geldiğini, bunun ülkeye getirisinin ne olduğunu soracaktım” dememe karşın geri dönüş olmadı.

Bundan 15 gün kadar önce de eşim dünya basınını tararken, İngilizce bir makalede tüp bebek yapacaklara Kuzey Kıbrıs’ın önerildiğini, buradaki tüp bebek merkezlerindeki sonuçlarının başarılı bulunduğunu okumuş, bana söyledi. Makaleyi çevirelim, haber yapalım demeye kalmadı, araya başka işler, başka haberler girdi, tüp bebek merkezleri haberim elimde patladı.

Hatta benim değil, tüm toplumun elinde…

***

Sosyal medyada konu farklı noktalara çekildi. Kimi “hasta talep etmeseydi, doktor yapmazdı” dedi, kimi ise “doktor yapmasaydı, hasta mecburen o çocuğu doğuracaktı” fikrini savundu. İşin o kısmına girmeden, bu olayda iki fikrin de doğru, iki tarafın da suçlu olduğunu söyleyeceğim. Ama bana göre en suçlusu, bu olay patlak verene kadar tüp bebek merkezlerinde olan biteni görmezden gelen Sağlık Bakanlığı. Bu merkezlerde nelerin, hangi koşullarda yapıldığını, merkezlerin uluslar arası standartlara uygun olup olmadığını, merkezlerde yapılan operasyon sayısını, yılda kaç kişinin, hangi işlemleri yaptırdığını, KKTC’nin niçin tercih edildiğini soruşturduğunu, bunlarla ilgili istatistiki bilgileri tuttuğunu düşünmediğim Sağlık Bakanlığı, bugün yaşananların mimarıdır.

Kapısının önünden geçerken, “bu küçük binada nasıl bunca işlem yapılır” diye düşündüğüm klinik irisi tüp bebek merkezlerinin nasıl izin aldığı kafamda büyük bir soru işareti oluştururken, izin koşulları, bir merkezin hayata geçirilmesi için kaç hekime, kaç anestezi uzmanına, kaç temizlikçiye ihtiyaç olduğunu, bu merkezlerin, bu ihtiyaçlar doğrultusunda oluşturulup oluşturulmadığını da merak etmekteyim. Hekim değilim ancak bir restoranın mutfağının dahi belli ölçülerde olması gerektiğini bilen biri olarak ameliyathanenin büyüklüğünün ne kadar olması gerektiği,  hijyen koşulları gibi konuların standartlar arasında olup olmadığını ve ülkedeki merkezlere, tüm bu kriterler doğrultusunda izin verilip verilmediğini de sorgulamak durumundayım.

***

7 aylık bir bebeği aldırmak, her dilde, her kültürde ve her vicdanda cinayet olduğu gibi, bunu haklı gösterecek hiçbir şey yok. En iyisi gebeliğe anne ve babanın ortak karar vermesi ancak bazen istenmeyen gebelikler yaşanıyor. Temenni edilmese de, bu gebeliklerin de en geç iki ay içinde sonlandırılması gerekiyor. Yasaları çiğneyerek, 6-7 aylık bebeğin canına kıyan anneye, “Bunca zaman aklın neredeydi” diye sorma hakkımız var lakin şu da bir gerçek ki, bu kişilerin üyesi oldukları toplumda evlilik dışı ilişkiden doğan çocuğun toplumda yer bulması mümkün değil.  Dışlanma ve hatta -bazı bölgelerde -canından olma korkusuyla okul tuvaletinde doğurduğu çocuğu öldüren, tüm vicdani melekelerinden sıyrılarak 7 aylık çocuğundan kurtulmak için bıçak altına yatan kişileri yargılayanların, bu korkuları anlayabilecek kültürden gelmeleri gerekiyor. Zira cinselliğin rahatça yaşandığı, evlilik dışı hamileliğin kınanmadığı, hamile kaldığında annesiyle kürtaja gidebilen toplumlarda, bu korku ve kaygının anlanması hayli zor.