Saati olanın zamanı yoktur

“Saati olan adamın zamanı yoktur” der bir Kenya atasözü… Benim de her toplantıya katılacak zamanım olmasa bile önceki ve dün akşam zaman ayırıp iki ilginç toplantıya katıldım. Önceki akşam Frankfurt Basın Kulübü’nde, Paris’teki “Charlie Hebdo” konuşuldu… “Düşünce özgürlüğü mü yoksa dini değerleri aşağılama mı “ adıyla yapılan toplantıda iki ünlü karikatürist ile Almanya’nın ünlü karikatür dergisi Titanic’in hukuk danışmanı konuştu, soruları yanıtladılar. Frankfurter Allgemeine Zeitung Gazetesi’nin yayıncılarından Werner d’Inka’nın yönettiği toplantıda, 30-40 kadar gazeteci, politikacı vardı…

 

* * *

Genel kanı düşünce özgürlüğünden yanaydı ama dini duygulara asgari bir saygının gerekliliği de savunuldu… Vietnam, Angola, Irak, Afganistan’da  görev yapan, ikinci körfez savaşını her akşam Bağdat’tan Alman televizyonlarına aktaran  Frankfurtlu tecrübeli gazeteci Christoph Maria Fröhder de, Müslüman ülkelerdeki tecrübelerini, dine saygıyı adeta bir ders gibi etraflı bir şekilde anlattı…

 

* * *

Dün akşamki diğer toplantının konusu da “Yabancı kültürleri tanımak/anlamak”tı.  20-30 kadar Alman ve diğer milletlerden davetliydik. Davetlilere, konuşulanların dışarı aktarılmaması hissettirildi. “Yabancı”, “Göçmenler”, “kültür”, “Türkler”, “Alman kültürü”, “yakınlaşma”, “tolerans” ve pek çok kavramı konuştuk. Özet olarak kültürlü bir Alman dahi kafasının bir köşesinde bir endişe/karamsarlık var. “Ne oluyor ?, “Nereye doğru gidiyoruz ? Doğru yolda mıyız ?” sorularına cevap arıyor. Yani alınacak daha çok yol var…

 

* * *

 

Bu toplantılardan sonra evde kütüphanemde iki kitabı tekrar gözden geçirdim. Hafızamı tazeledim. New York Times gazetesinin köşe yazarı Thomas L. Friedman’ın “The World is Flat” (Dünya Düzdür – Yirmi Birinci Yüzyılın Kısa Tarihi – Boyner Yayınları / İş Hayatı Dizisi – ISBN: 9789757004509 – 470 sayfa – 2006 ) adlı kitabı… İki Pulitzer ödüllü, gazetenin yıllarca Beyrut ve Kudüs Büro Şefliği ile Beyaz Saray Muhabirliği yapan Friedman’a göre, mecazi olarak dünyanın giderek düzleştiğini kavramalıyız.

 

* * *

 

Çünkü dünyanın giderek düzleşmesi farklı kültürlerin birbirine yakınlaşmasını sağlıyor. Eskiden kültürler coğrafi veya siyasi sınırlarla birbirinden izole vaziyette yaşıyordu. 20. Yüzyıl’ın sonlarında bu kalktı. Bilgisayar ve internet devrimiyle milyonlarca insan birbirine bağlı artık… Düz dünyaya giderek alışanlar artık yetiştikleri toplumun verdiği kültürden, değer yargılarından farklı bir dünya ile karşılaşıyor.  

 

* * *

Dünyanın düzleşmesi kişi üzerinde bazen şok yaratabiliyor… Yıllarca doğru bildiği şeylerin farklı yönleri olduğunu da görüyor… Bu iyi değerlendirilirse iyi bir fırsat olarak ta kabul edilebilir. Yerel olan şeyler artık yerel olmaktan çıkıyor. Amerikalı gazeteci bunu “yerelin küreselleşmesi” olarak niteliyor. Dünya giderek düzleşiyor. Bundan geri dönüş yok. Bunu kabul etmek zorundayız.

 

* * *

İkinci kitap Amin Maalouf’un “Ölümcül kimlikler”( Les Identitites Meurtrieres) adlı kitabı… ( YKY Yayınları.. 26. Baskı 2008. ISBN: 978975080199).  Çok sevdiğim yazarlardan Maalouf, Lübnan’da doğumlu, Fransa’da yetişen Hıristiyan bir Arap… Bu kitap onun kimlik ve kültür üzerine düşüncelerini anlattığı bir deneme kitabı…

 

* * *

 

Maalouf’a göre, kimlik ne kişinin ırkı, ne milliyeti ya da dini… Kimlik bu değerleri bir arada bulunduran insanı tanımlayan aidiyetler… Maalouf şöyle diyor. “Bana “içimin derinliğinde” ne olduğu sorulduğunda, bunda herkesin  içinin derinliğinde ağır basan tek bir aidiyetin, doğarken belirlenen ve artık değişmeyecek bir “öz”ün var olduğu inanışı yatıyor. Sanki geri kalanın, yani katettiği yolun, benimsediği inanışın, tercihlerin, kendine özel duygusallığın, sonuçta yaşamının hiçbir önemi yokmuş gibi..” (sayfa 10)

 

* * *

 

Her insanda zaman zaman kendi aralarında çelişen, hatta onu yürek burkan tercihlere zorlayan çoklu aidiyetlere rastlanabileceğini söylüyor Maalouf… “Kimisinde durum ilk bakışta anlaşılır, kimisinde ise daha yakından bakma çabası gerekir” diye de ekliyor… Maalouf’a göre , bugün bir çok insan içinde şiddetli bir çatışma halinde olan aidiyetler taşıyorlar. Bir bakıma, insanların bir bölümü içlerinde etnik, dinsel,  ya da daha başka kırılma hatlarının geçtiği sınırlarda yaşıyor… Bu durumlarda anlaşmazlıkları gidermek,, kimilerini mantığa davet etmek, kimilerini yatıştırmak, barıştırmak gibi roller de üstlenmek gerekiyor…

 

* * *

Her iki kitabın konuları farklı gözükse bile birbirine tamamlıyor… İki akşam art arda katıldığı toplantıdaki tartışmalara da ipuçları veriyor… Aslında, düz dünya, kimlik veya aidiyet kavramları için şöyle diyebiliriz. Hepimiz içimizde iki miras taşıyoruz. Dikey olanı bize atalarımızdan, geleneklerimizden veya ait olduğumuz dini topluluktan geliyor. Diğeri ise çağımızdan, yani çağdaşlarımızdan… Gazeteci Friedman’ın kitabında işaret ettiği gibi dünya düzleştikçe ikinci miras artıyor…  Dünyanın en ücra köşesindeki bir kişi, internet olmasa hayat boyu haberdar olamayacağı bir fikre, bir “tıklama” ile ulaşıyor. İki mirastan daha belirleyici olanı ikincisi olması dünyayı daha güzel kılacak… Ama bu gerçek insanların algılayışına yansımıyor galiba… İnsanlar daha çok “yatay” mirasıyla değil, “dikey” mirasıyla öne çıkıyor… Belki de tüm bu çatışmaların kaynağı da bu…