ASLI Çakır’ın ailesinin fotoğraflarını gördünüz mü? Babası televizyonu öpüyor. Annesi heyecandan kendini kaybetmiş... Evlerinde, Türkiye’de... Kızlarından kilometrelerce ötede... Baba altın madalyayı kucaklayan kızını öpercesine televizyona yapıştırmış dudaklarını... Dün uzun uzun baktım fotoğraflara... Balkon kapısının önüne plastik bir tabure koymuşlar, biraz hava gelsin diye... Haklılar... Can mı dayanır o adrenaline? Biz fenalaştık, biz heyecandan öldük öldük dirildik, anne baba nasıl sakin dursun? Nitekim anne rahatsızlanmış, hastaneye kaldırılmış, biraz ferahlamıştır kızının sesini duyduğunda... Umarım...
Bir sorum var... Aranızda hiç... “O baba niye televizyonu öpüyor da kızını öpemiyor?” diye düşünen var mı? Keşke dedim, keşke Aslı’nın anne ve babası da kızlarını tribünlerden seyretseydi. Sahi niye seyretmedi? Çok mu zor? Bu soru tabii ki Bakan Suat Kılıç’a... Yapan yapıyor. Yaklaşık 6 yıl önce Fransa hükümeti bir karar aldı. Dediler ki: “Biz yüzme branşında başarılı olmak istiyoruz. Seçeceğimiz isimleri olimpiyatlar için hazırlayacağız, ama farklı bir yöntem geliştirmek istiyoruz.” Seçtikleri yüzücülerin, gelecekte başarılı olacağını düşündükleri sporcuların ailelerini tek tek aradılar ve dediler ki: “Biz oğlunuzu ya da kızınızı olimpiyatlar için hazırlamak istiyoruz. Ama tek bir söz almamız lazım, her aşamada yanımızda olacaksınız. İsterse çocuğunuz dünyanın en iyi yüzücüsü haline gelsin, onu bırakmak yok. Kampsa kamp! Eğitimse eğitim!” Fransızlar teklifi kabul eden ailelerle çalıştılar... Ve başarı geldi. Şimdi kimse bana çıkıp Çin örneğini vermesin lütfen... Evet, oradaki sistemin tam tersi olduğunun farkındayım ve evet çocuklar ailelerinden küçük yaşta koparılıyorlar ve evet bugün ortalığı yıkıp geçiyorlar... Ama inanın sistem, ülkeden ülkeye, kültürden kültüre değişir... Bizlere örneğin moral lazım, anne baba dokunuşu lazım, el tutmak, gözyaşı lazım... Yıllar önce kaza geçiren bugünün CHP Milletvekili Şafak Pavey’in hikâyesinin bir bölümü hiç aklımdan çıkmaz. Bir kolunu ve bir bacağını kaybeden genç kadın, hayati tehlike taşıyarak çok zor bir ameliyata giderken yabancı hemşirenin kolunu sımsıkı kavrar ve der ki: “Bana bak ben Türk’üm. Bana sıcak davranman lazım, bana dokunman lazım, beni hissetmen, bana insan olduğumu hissettirmen lazım, ona göre, ben ancak böyle yaşayabilirim, yoksa ölürüm!” Şimdi kimse bana Aslı’nın ailesine yanı başında ihtiyacı olmadığından söz etmesin... Diyelim onun yok, anne babasının ona var... Bizlerin o anne babayı evlerinde değil, kızlarıyla sarmaş dolaş görmeye ihtiyacımız var.
Dün Süreyya Ayhan’ı aradım. Tebrik etmek için... Neden mi? Aslı Çakır’ı Yücel Kop ve Süreyya Ayhan çalıştırıyor da ondan. Her ne kadar Aslı Çakır ve ekibinden hâlâ konuyla ilgili bir açıklama duymamış olsak da dünya âlem biliyor çalışmaları... “Ne hissediyorsun?” diye sordum... “Aslı için müthiş mutluyum” dedi, “Yarıştan hemen önce konuştuk. Al o madalyayı, almazsan sporu bırak, o kadar hazırsın dedim. Dertleştik, duygusal anlar yaşadık. Onun için inanılmaz mutluyum. Ama...” “Ama” dedi ve durdu Süreyya... “Çok gücüme gidiyor” diye devam etti: “Üzüntüden 2 kilo verdim. Olimpiyatlara bile gidemedim. Daha hazır değilim sadece başkalarının başarılarını alkışlamaya... Koşmalıyım. Koşmak zorundayım. Üstelik bütün madalyaları toplayacağıma inanıyorum, öylesine formdayım ve koşamıyorum.” Süreyya ile uzun konuştuk. Özel bir kadın o... Hissettiklerini bir süre sonra ekranda konuşacağız, daha detaylı, şimdilik bu kadar... Bitirmeden... Rüzgârın kızı, yerini rüzgârın kızlarına bıraktı... Ne mutlu memleketime...
(Haber Türk gazetesinden alınmıştır)