24 Nisan 2004 tarihinde gerçekleştirilen Annan Planı Referandumu döneminde, Kıbrıslı Rumlar refah düzeyi bakımından bizden çok yukarıdaydılar. Yerel Türkçe tabirimizle “bıyıklarını balta kesmiyordu” ve hepsinin de ağzından “Bizim Rum Kurucu Devletimiz zengin, Türklerin Kurucu Devleti ise fakir. Asla Türklerin maaşlarını ödemeyiz, refahımızı paylaşmayız, onların gelişmeleri için hiçbir şey yapmayız, bir kuruş da vermeyiz” sözleri çıkıyordu her fırsatta…
“Düşmez kalkmaz bir Allah’tır” sözü hiçte boşuna söylenmiş bir deyim değil…
Çok değil aradan 5 yıl geçtikten sonra Kıbrıs Rum Ekonomisi neredeyse bir gecede çöktü. Bizden iyi durumda olanlar, önce bizim seviyemize, sonra da daha da aşağılara indiler. Dünyanın önde gelen kredilendirme şirketleri Kıbrıslı Rum Bankaları, şirketleri ve de Kıbrıs Rum Yönetimini “Çöp” sınıfı düzeyine indirgediler. Bildiğiniz “Çöp”, İngilizcesi ile de “Junk” sınıfına. Daha aşağısı veya da kötüsü yok bu sınıfın.
11 Eylül 2001 tarihinde New York’un neredeyse simgesi olan Ticaret merkezi İkiz Kulelerine yapılan saldırı sonrası ABD’nin başlattığı “Kara Parayı aklamayı durdurma hamlesi” küresel olarak, Kıbrıs Rum Yönetimi düzeyindeki meyvelerini ancak 7 yıl sonra verebildi.
Tassos Papadopulos daha Cumhurbaşkanı iken, Hırvatistan, Bosna ve Kosova'da işlenen savaş suçları nedeniyle yargılanmış olan ve 2006 yılında hücresinde bir sabah ölü bulunan Eski Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç ile bağlantılı gizli şirketler ile yurtdışına çıkarılan Yogoslavya’nın paraları konusunda bayağı suçlanmıştı. Lahey Uluslararası Ceza Mahkemesi belgelerine göre, Haziran 1995’ten 24 Eylül 1999’a kadar Vantervest, Lamoral, Browncourt ve Vericon isimli bankaların Abridge isimli şirketin Limasol’daki 7073979 numaralı banka hesabına 385 bin Alman Markı naklettikleri ve toplam 18 havale yapıldığı belirlenmişti. Vantervest, Lamoral, Browncourt ve Vericon bankalarının, Papadopulos’un avukatlık bürosu aracılığıyla kaydolan sekiz bankadan dördü olduğu ve Güney Kıbrıs’a toplam 4.3 milyar Dolar havale ettikleri tespit edilmişti.
Dünyanın 193 ülkesinde faaliyet gösteren bankaları arasında belli bir miktarın üzerinde yapılan havale veya da para transferlerini ABD sıkı bir takip altına alınca, ekonomisini ve geçimini kara para aklama üzerine kurmuş olan Kıbrıs Rum bankaları, Lefkoşa borsası, avukatlık büroları, muhasebe büroları ve profesyonelce para aklayan şirketler, bir bir batmaya başladı.
Şirketler battıkça işsizler çoğaldı, ülkeye giren para azaldı, kısa ve uzun vadeli borçlar ödenemez hale geldi. Sanayi, hizmet üretimi ve ihracatı, ülkenin giderlerinin çok altında kalınca da ülke batış sürecine girdi. Dıştan gelen taze para azalıp neredeyse durma noktasına gelince de, iç piyasada dolaşan, günlük hayatı idame ettirmeye yarayan ve perakende satış yapan dükkanlar ile küçük esnafın ayakta durmasını ve geçimi sağlayan para azalmaya başladı. Para azaldıkça da iç ticaret durmaya, dükkanlar da tek tek kapanmaya başladı. Rumların ne pahasına olursa olsun AB’ye el açmaları ve Osmanlı’nın kanını emen Düyunu Umumi’nin benzeri olan Troyka’nın karşısında el pençe durmalarının tek nedeni, ekonomilerinin nefes alıp biraz olsun ayakta durabilmesi. Zaten AB’nin atadığı Troyka’nın şart koştuğu özelleştirme ve traşlama sonrası ülkeye nakit para girmeseydi, Kıbrıs Rum tarafı şimdiye çoktan batmıştı. Uzun Yol’da gördüklerim zaten bu durumu net bir şekilde ispatlamakta.
Bizim içimizde bulunan bazı sivil ve siyasi körlerin bu gerçeği hala daha görememiş olması beni gerçekten çok şaşırtıyor. Yıllarca, üstü gayet maharetli bir şekilde kamufle edilmiş “kara para aklama” suçunu işleyerek “ekmek elden su gölden” yaşayan ve suyu kesilince de batan Rum tarafına bu denli hayranlık duymaları ve Rumların silah zoru ile el koyduğu sahte Kıbrıs Cumhuriyetinde azınlık olmak için KKTC’yi yıkmayı ve kötülemeyi, anavatan Türkiye ile bağımızı koparmak için elden geleni de yapmayı marifet saymaları inanılır gibi değil…