Birbirimizi yeterince dinlemememizden, kutuplaşmalardan, aynılıklardan ürküyorum. Gardırobumda hep aynı renk hâkim olsa da hayat görüşüm öyle değil, dünyaya bakışım ebemkuşağı. Demokrasi renklerin ve ara tonların çoğulluğuyla mümkün sadece. Farklılıkların uyumuyla
Kaç sene oldu bilmem, tutmadım çetelesini. Ama uzun zamandır hemen her gün siyah giyiyorum. Yaz kış, güz bahar, gece gündüz demeden. Gardırobumu açınca sağdan sola, soldan sağa simsiyah kıyafetler çıkıyor karşıma. Hepsi birbirinin hık demiş burnundan düşmüş, araya karbon kâğıdı konmuş da çoğaltılmış, illa ki düz ve sade; açık siyah ile koyu siyah skalasında gidip geliyor elbise seçeneklerim. Belki de sırf bu yüzden yaz mevsimini sevmeyişim. Siyah giymekte zorlanıyorum diye aramız limoni gökyüzünde güneş ile. Dolayısıyla çocuklar alıştı artık beni siyaha bürünmüş görmeye. Geçenlerde bir baktım kızım resim yapıyor; içinde balonlar rengârenk, insanlar rengârenk, ağaçlar rengârenk, çiçekler rengârenk, hatta sincaplar rengârenk; bir tek ortada bir figür duruyor, tepeden tırnağa siyah. Öyle tuhaf bir karaltı gibi dikiliyor orada. Cadı desen cadı değil, öcü desen öcü değil, üstelik bir tebessüm yüzünde. Kenardan izliyorum ben de. Yanında yaşıtı bir arkadaşı var, tutup ona gösteriyor resmi. “Bu kim?” diye soruyor öteki çocuk. “Annem, hep siyah giyer de.” “Yaaa? Niye ki?” Soluğumu tutuyorum acaba kızım ne söyleyecek şimdi diye. Uzun bir sessizlik oluyor. Tam soru unutuldu, geçiştirildi zannediyorum ki, cevap şöyle geliyor: “Üstü kirlenmesin diye.” Gülüyorum. Kirlenmesin üstüm diye siyah giyiyorum her gün. Ben sade ve sakin kalayım, romanlarım karmaşık ve gürül gürül olsun istiyorum. Ben siyah giyeyim, kelimelerim rengârenk olsun. Rüzgârgülleri gibi dönsünler esen yelde, kâinatın o çılgın ritmiyle. Hikâyeler hikâyelere karışsın, dün bugüne; Doğu’nun ve Batı’nın anlatım teknikleri birbirini beslesin, zenginleştirsin; artsın çoğalsın ara tonlar, arafta duranlar; hayat dediğimiz şu garip bilmece siyah ve beyazdan ibaret olmasın.
Rengârenk bir pazar yazısı yazmaktı bugün niyetim. Lakin ruh halim pek elvermiyor. Griye yakın gökyüzüm, yağmur öncesi sanki. Önümde internet açık, gazetelerimizi en ince ayrıntısına kadar okuyorum. İtiraf ediyorum ki Türkiye’deyken pek okumadığım, rahatlıkla atladığım köşe yazarlarını bile sadık bir merakla takip ediyorum. İnsan yurtdışında olunca daha bir dikkatle, özenle, hasretle izliyor memleketinden gelen haberleri. Bilhassa kürtajın yasaklanması yönünde yapılan her açıklamadan derin endişe duyuyorum. Bu konuda kadınların seslerinin yeterince duyulmadığını düşünüyorum. Yüreğime bir ağırlık çöküyor. Birbirimizi yeterince dinlemememizden, kutuplaşmalardan, aynılıklardan ürküyorum. Gardırobumda hep aynı renk hâkim olsa da hayat görüşüm öyle değil, dünyaya bakışım ebemkuşağı. Demokrasi renklerin ve ara tonların çoğulluğuyla mümkün sadece. Farklılıkların uyumuyla. Benzerliklere ve tekrarlara dayalı ortamlardan ne sanat çıkabiliyor, ne edebiyat, ne de bireysel yahut toplumsal iç huzuru.
Derken bir başka habere gözüm takılıyor bunca toz duman arasında: Renk Çemberi. Genç Hayat Vakfı ve Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmen Yetiştirme ve Eğitimi Genel Müdürlüğü’nün ortak emeğiyle yeşermiş bir proje bu ve umut veriyor insana. Marmara Bölgesi’nden 9 ilde 10 Anadolu Öğretmen Lisesi’nde gönüllü öğretmenler ve gönüllü öğrencilerle uygulanmış. Amaç gençlerin vizyonlarını genişletmek, kendilerine olan güvenlerini ve iletişim becerilerini artırmak, hem kendi hayatlarını hem de etraflarındaki insanların hayatlarını olumlu, yapıcı bir enerjiyle dönüştürebilmelerine katkıda bulunmak. Lise çağında gençlerimize yönelik sosyal projeler o kadar az ki ülkemizde... Yurttaşlık aktif olmak demek. Düşünmek, soru sormak, okumak, öğrenmek, merak duygusunu yitirmemek ve dünyayla bütünleşmek. Yurttaşlık birey olmak demek. Farkındalık kazanmak. Ve yurttaşlık belki de ve ta özünde, renklerden en çok demokrasiyi sevmek demek, gönülden sevmek ve hazmetmek. Habertürk’ün de destek verdiği bu proje oldukça güzel, anlamlı.
(HaberTürk gazetesinden alınmıştır)