Rakamlar bazen korkutur. Duymak istemeyiz varlıklarını. Bilmemek daha kolay gelir. Kısa yoldur; kestirmeden, kolayca. Sapıveririz oraya. Cehaletin konforuna sığınırız. Tüyden hafif, kadifemsi. Ilıman iklimdir, bahar meltemi. Üşümez insan orada. Rakamlarla yüzleşmek istemeyiz. Ola ki ayna tutarlar yüzümüze, hallerimize. Ola ki görürsek hakikati, irkiliriz. Dünya üzerinde her sene yaklaşık 2 milyon kız bebek, sırf cinsiyetlerinden dolayı anne karnındayken aldırılıyor. Bu gidişe bir son verilmezse bundan çok değil elli-yetmiş sene sonra bambaşka bir yer olacak bunu uygulayan ülkeler. Barış daha da zorlaşacak. Eski bir kelimeden ibaret kalacak sözlüklerde. Aşk daha da imkânsızlaşacak. Uzak bir hayal, yasak bir özlem. Kız ve erkek çocuklarımıza bir nazarla, pür muhabbetle bakamayışımız insanlığın da doğanın da dengesini bozuyor.
Eşitliğin olmadığı yerde şiddet, eşitliğin olmadığı yerde husumet, eşitliğin olmadığı yerde nefret palazlanıyor. Türkiye’de günde 3 kadın öldürülüyor. Her gün 3 kadın aramızdan ayrılıyor. Kocaları, babaları, sevgilileri, nişanlıları, amcaları, eski kocaları, bazen de oğulları... En yakınlarındaki, belki de bir zamanlar en sevdikleri insanlarca katledilerek. Ve bizler devam ediyoruz hiçbir şey olmamış gibi yapmaya. Gözümüzde perdeler, vicdanlarımızda perdeler... Yaşananların çoğu sessizce, kimsesizce, öksüzce geçiştiriliyor, birkaç tanesi ise “vaka” oluyor gazetelerin üçüncü sayfalarında. “Görsel malzeme. Duygusal hikâyeler.” Bakıp çeviriyoruz. Bakıp unutuyoruz. Ne de çabuk, ne de kolay. Yapacak daha mühim işlerimiz var çünkü. Meşgulüz hepimiz. Bunlara sıra gelene kadar... Türkiye’de muhafazakârlar da laikler de, solcular da sağcılar da, eğitimlisi de eğitimsizi de, yaşlısı da genci de, kadına yönelik şiddet konusunda şaşırtıcı derecede benzer tavırlar, benzer vurdumduymazlıklar takınabiliyor. Türkler de Kürtler de.... Kaç kişinin derdi, yani hakikaten meselesi acaba kadınların gördüğü şiddet? Kaç kişi var bunları ciddiye alan? Ve bu uğurda bir şeyler yapan? Yapmazsa, geceleri yastığa başını koyduğunda rahat uyku uyuyamayan? Bana diyorlar ki: “Kadın konusunu ne kadar önemsiyorsunuz, yoksa feminist misiniz?”
Diyemiyorum ki: “Peki ya siz kimsiniz?” Çünkü, açıkçası, kadın hareketini küçümseyen birinin yanında gayet feminist olasım geliyor. Çünkü bu birikim, bunca emek, böylesine evrensel ve çıkışında haklı bir hareket, öyle ucuz lokma değil; kulaktan dolma birkaç kelimeyle, müstehzi tebessümlerle değerlendirilebilecek. Ama olur da dogmatik, hatta fanatik, her şeye tek açıdan bakan bir feministe rastlarsam şayet, bu sefer onun yanında da feminizmi kıyasıya sorgulayasım geliyor. Çerçeveler içinde çerçeveler... Bağlamlar içinde bağlamlar... Nüansları koruyabilmek için. Taraf olmak çok kolay ya, hele partizan, bu topraklarda. Arafta durmak en zoru ya. Birey olmak, birey kalmak hep bir dert ya, hep bir uğraş, mücadele. Farklı kesimlerin dogmatiklerine, şablonlarla konuşanlara ara tonların varlığını sürekli ama sürekli hatırlatmak gerekiyor. Çünkü hayat da kâinat da nüanslarla nefes alıyor. Siyahlar ve beyazlarla boyanmamış mademki bu âlem.
Bu yakınlarda “Psychology Today”, bilimsel bir dergide(1) çıkan bir yazıdan hareketle çarpıcı bir istatistik yayınladı. Dünya genelinde işlenen şiddet vakalarının neredeyse yüzde doksanı erkekler tarafından işleniyor. Yüzde doksan... “Peki neden?” diye soruyor bu araştırmayı yürütenler. Cinayetler, savaşlar, soykırımlar, katliamlar, tecavüzler, tacizler... Neden ağırlıklı olarak erkekler tarafından başlatılıyor, erkeklerce işleniyor? İki cinsten birinden gelen bu yoğun fiziksel şiddeti (hele ki sözlü şiddeti) nasıl açıklamalı, nasıl azaltmalı? Diyorlar ki bu araştırmayı yürüten bilim adamları/kadınları, bu işi salt biyolojiye bakarak açıklayamayız. Şiddet son derece karmaşık bir mesele. Farklı kaynaklardan beslenen. Erkek şiddetini azaltmak için sırf erkekleri “reform”dan geçirmek yeterli olamaz. Ne de kadınları güçlendirmek buna tam bir çözüm sunabilir. Öte yandan bunları yapmak, bilhassa aile içi şiddetin azalmasında önemli rol oynayacaktır. Ama yetmez. Bir de kamusal alana taşınan şiddet var. Savaşları durdurmaz mesela. Ya da yeni savaşlar çıkarma eğilimini. Rus-Çeçen gerilimini örnek veriyorlar çokça. Senelerdir süregiden bu husumette, Çeçen intihar bombacılarının yüzde 43’ü kadındı. Şiddete zemin sağlayan sebepleri ortadan kaldırmak en zoru, lakin en elzemi. Savaş söylemini, nefret kültürünü, “ben” ve “öteki” ayrımını... Sorgulamak elbirliğiyle, sorgulamak bitimsizce... Çünkü rakamlar parlak değil. Rakamlar yalan söylemiyor.
(HaberTürk)