PKK ve önleyici stratejiler!

siyasi gündemimizi yeniden 1990'lı yıllara doğru çekmeye başlamış durumda. Güvenlik endeksli yaklaşımlar, sert açıklamalar, vatan hainliği söylemeleri havalarda uçuşuyor. Bir süredir üzerinde sohbet edebildiğimiz, fikir yürüttüğümüz, eleştiriler geliştirebildiğimiz konular bugün yeniden riskli mevzular haline gelmiş bulunuyor.

2011 seçimleriyle birlikte eylemsizliğin sona ermesinin ve PKK'nın 2012 yılını bir final senesi olarak deklare etmesinin etkileri her düzlemde hissedilmeye başlanması, Türkiye siyaseti açısından önemli bir dönüm noktası. Her şeyi başa sarmak ya da durdurmak kadar, bir adım daha öteye atmak için de fırsatlar var. Türkiye doğru stratejilerle bu yıllanmış terör meselesini iyice marjinalize edebilir. Kısaca değerlendirelim.


1-
Şemdinli'de alan hakimiyeti sağlamaya yönelik PKK saldırısının halkın da çatışmalara taraf olmayı reddetmesiyle püskürtülmesi ve hemen ardından Hüseyin Aygün'ün rehin alınması eylemi, PKK'nın derin stratejik akıldan yoksunluğunun bir göstergesi. Şemdinli olayı yerel halka PKK'nın bazı kollarının dış güçlerin taşeronu olduğunu afişe ederken, milletvekilinin kaçırılması ise örgütün meşru siyasi zeminde bertaraf edemediği rakibine karşı kuralsız saldırganlığını ortaya koydu. Nitekim Kürt halkının iradesini temsil ettiğini iddia eden PKK ve destekçileri açısından milletin iradesine yönelik bu eylemin meşruiyetini izah etmek bir hayli güç. Göründüğü kadarıyla PKK'nın önümüzdeki dönemde kendisinin ne olduğunu ve neyi amaçladığını halka anlatmakta ciddi zafiyeti olacak. Kaldı ki, örgüt bütün bölgede esen bahar/ayaklanma rüzgarlarının neden Türkiye sokaklarına yansımadığını, yansıtılamadığını da kendi ideolojik tabanı üzerinden açıklamakta zorlanabilir. PKK, Kürt meselesinden izole edildikçe ve Kürt meselesi meşru zeminlerde tartışılıp, çözümüne gayret gösterildikçe örgütün giderek zayıflaması ve parçalanarak marjinal hale gelmesi mümkün.


2-
Kürt meselesiyle ilgili olarak zamanlama hatası yapmamak son derece önemli. Bugüne kadar hep etkiye karşı oluşuturulan tepkiler üzerinden ele alınan meselede, ilk defa 'açılım sürecinde' preemptive/preventive (önceden/önleyici) tavır alan devlet bugün hala bu umudun korunması dolayısıyladır ki, sokaklara yansıyan bir hareketle yüzleşmiyor. Umarız böyle de devam eder. Lakin bu noktada bir dönem muhalif hareketleri şiddet kullanarak bastırma ve belirli bir kimliği empoze etme aşırılıklarına kadar varmış terörle mücadele sürecinin, Kürtlerin olduğu kadar Türkiye'nin diğer vatandaşlarının da hassasiyetini artırmış olduğunu gözden kaçırmamak gerekiyor. Yanlış zamanda yanlış tartışmalar, sorunun çözümünü zorlaştıracağı gibi yeni sorunların da kapısını açma potansiyelini taşıyor. Meselenin Türkiye'nin demokratikleştirilmesi ekseninin dışında tartışılması, toplumun kendisinden farklı olanı ötekileştirmesiyle sonuçlanacağından düşmanlıklar üretiyor. Birinin hakkı öbürünün tavizi olarak algılanıyor. Bu açıdan doğru kavramsallaştırma ve doğru zamanlama hayati bir önem taşıyor.


3-
Barışı kurma ve güvenliği sağlama arasındaki ilişkinin mutlak surette paralel değil, zaman zaman diyalektik bir ilişki olduğunu algılamak son derece önemli. Dünya tarihine bakıldığında da çoğu zaman güvenliği sağlama hedefli önlemlerin mikro düzeyli çatışmaları, kadim barışları bozucu bir ölçeğe taşıyabildiğini gösteriyor. Bu bakımdan devletin güvenlik değil, barış hedefli olarak konuyu ele alması ve bir başka perspektiften bakması bir gereklilik. Her ne kadar yaşadığımız bu uzun çatışma süreci aynı zamanda kendi kendini besleyen bir öfke ve intikam sarmalına yol açsa da, totaliter söylemleri meşrulaştıran, güvenlikçi bakış açısının tarihte hiçbir zaman başarılı olamadığının da altını çizelim.


4-
Ortadoğu'daki altüst oluşların artık kronik hale gelen Kürt sorunu üzerindeki akut etkisini paniğe kapılmadan değerlendirmek gerekiyor. Birinci Körfez Savaşı'ndan başlayarak Kürt silahlı hareketinin giderek daha fazla uluslararasılaşması ve bölgesel siyasi dengelerin en önemli unusurlarından biri haline gelmesi Türkiye'nin yüzleştiği Kürt meselesinin sadece bir boyutu. Özellikle son 2 yılda palazlanan çevredeki istikrarsızlık ve güvensizlik ortamı, doğal olarak bizim sınırlarımıza da yansıyor. Sabırla ve metanetle bu ateşin söndürülmesi için çalışmak ama bir yandan da kendi ormanımızın yangınına çare bulmak zorundayız.

(Akşam gazetesinden alınmıştır)