FUTBOLCU Emre Belözoğlu’nun Trabzonspor’un Fildişi Sahili vatandaşı futbolcusu Didier Zokora’ya “pis zenci” dediği iddia ediliyor.
Aslında İngilizce daha ağır bir ifade kullanmış ama bizim basın o ifadeyi “pis zenci” olarak yansıtmayı tercih ediyor.
Neyse...
Emre Belözoğlu böyle bir şey yapmış mıdır?
Bilmiyorum.
“Günahı boynuna” deyip geçelim.
Ama “Türkler Afrika kökenli insanları çok sever” diye bir klişe var ya...
İşte bu klişeyi geçmeyelim.
* * *
Bilimsel kanıtlarla desteklenmemiş, araştırma verilerine yaslanmayan bir tezim var benim.
Şudur:
Eğer bu memleketteki Afrika kökenlilerin sayısı yüzde 30’lara falan varsaydı...
- “Pis zenci” lafı bizde de meşhur olurdu.
- “Ku Klux Klan” türü kukuletalı madrabaz örgütlenmeleri bizde de ortaya çıkardı.
- “Siyahlar da insandır” falan diyenlere “Zenci dostu” türü çıkışmalar bizde de alır başını giderdi.
- Amerika’da Afrika kökenlilere yapılanların benzerleri bizde de yapılırdı.
Afrika kökenlilerin yaşamadığı bir toplumda “biz siyahları çok severiz” demek kolay.
Mesele Afrika kökenlilerin sayıca fazla olduğu bir toplumda “siyah dostu” olabilmekte...
Sirkeci taraflarında Afrika kökenli işportacıların sayısı birazcık artınca ortaya çıkan homurdanmalara bakın, ne demek istediğimi anlarsınız.
Ya da Festus Okey adlı Afrika kökenli gencin başına gelenleri bir araştırın bakalım.
* * *
“Bizde Afrika kökenlilerin sayısı fazla olsaydı neler olurdu?” konusunda elimde “bilimsel kanıt yok, araştırma verisi yok” dedim ama aslında var:
- Mesela... Katledilen bir Ermeni yazarın ardından “hepimiz Ermeni’yiz” sloganının atılması karşısında “sizi gidi Ermeni dostları sizi” türü çıkışmalar “kanıt” sayılmaz mı?
- Mesela... Mahallesinde başörtülü kadınları gören cicili bicili insanların, “bunların burada ne işi var” demeleri bir tür “veri” değil midir?
- Mesela... Batı Anadolu kasabalarında en küçük bir kıvılcımın çakması halinde Kürt işçilerinin yaşadıkları mahallelerin etraflarının kuşatılması bir tür “delil” olmaz mı?
28 Şubat soruşturmasını yürüten savcılar, Çevik Bir ve arkadaşlarına “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık” eylemini de sormuşlar.
“Bu eylemi siz mi planladınız?” falan demişler.
* * *
“Bir dakika karanlık” eylemi, Susurluk kazasında ortaya çıkan devletin karanlık ilişkilerine karşı başlatılmış şerefli bir eylemdi.
Fakat sonra şirazesinden çıktı.
“İrtica karşıtı / hükümet karşıtı” bir eylem haline dönüştü.
Bu haliyle de darbecilerin işine yaradı.
Neden böyle oldu?
Bunun iki nedeni var:
BİR: Erbakan ve arkadaşları bu eylemi küçümsediler, aşağıladılar. Kendilerini doğrudan hedef almayan eylemin, kendilerini hedef almasına neden oldular.
İKİ: “Devletin karanlık ilişkileri”nin içinde askerler de vardı. Askerin rolü, o dönem ustaca gizlendi. Eylemin askerin işine yarar hale getirilmesinde bunun payı büyük.
- Muhabbetin en koyu anında gruptan kopup telefona dalmak...
- “iPad” sahibi olmayı statü simgesi sanıp olur olmaz yerde gözlere sokmak.
- Sokakta ünlü görünce, ünlünün de duyacağı biçimde “pek de zayıfmış” ya da “o kadar da değilmiş” türü yorumlar attırmak.
- Yeni satın alınmış bir teknolojik aygıtı görünce “bekleseydin, bir ay sonra bunun ileri modeli çıkacak” demek.
- Twitter’daki takipçi sayısıyla övünmek...
- Instagram’da “like” sayısıyla övünmek...
- Sürekli korsan ürün peşinde koşup, korsana elini süren ünlülere laf sokmak için hazırda beklemek.
- Sanal âlemde dikkat çekmek için sürekli büyük harfle yazmak.
- Cep telefonlarının fotoğraf çekme imkânlarını sonuna kadar sömürmek...
“Kutlu Doğum Haftası”na karşı bazı kesimlerde bir alerjinin oluştuğunu görüyorum.
Tarihin sabitlenmesine kafayı takmışlar. Peygamberimizin doğumunun miladi takvime göre sabitlenip kutlanmasının ne zararı var, bunu anlamış değilim. Bazıları diyorlar ki:
“Bunu kasten 23 Nisan haftasına denk getirdiler. Bu hükümetin amacı 23 Nisan’ı gündemden düşürmek”.
Bu da doğru değil.
Çünkü “Kutlu Doğum Haftası’nın AK Parti’yle uzaktan yakından bir ilgisi yok.
1989 yılından beri kutlanıyor.
Sabitlemeyi de Diyanet İşleri Başkanlığı yaptı.
EĞER bu memlekette...
“Sayın Bakan seni gördüğüme sevindim” diyen 60 yaşındaki adama...
Söz konusu Sayın Bakan, “Nereden bileceğim sevindiğini... Takla at... Oyna... Göster sevindiğini...” dediğinde...
60 yaşındaki adam “Bu nasıl söz? Ne demek istiyorsun?” falan diye çıkışmak yerine çalan davullar eşliğinde oynamayı tercih ediyorsa...
İdris Naim Şahin’ler ilelebet payidar kalacaktır.
* * *
Bu konuyla ilgili okuma parçası:
Nâzım Hikmet’in “Akrep gibisin kardeşim” diye başlayan şiiri...
- Olmaz çünkü sanat devrimcidir.
- Olmaz çünkü olsaydı şimdiye kadar olurdu.
- Olmaz çünkü “çok oy alıp iktidara gelmek” ile “sanat eseri üretmek” arasında hiçbir ilişki yoktur.
- Olmaz çünkü bu işler Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’nin görüş ve direktifleri doğrultusunda olacak işler değildir.
- Olmaz çünkü muhafazakâr ağırbaşlılık, sanat gibi ele avuca sığmaz alanda hükümdar olamaz.
- Olmaz çünkü sanattan müdürlük, daire başkanlığı falan çıkmaz.
- Olmaz çünkü sanat isyan eder, itiraz eder.
- Olmaz çünkü sanat isyan ya da itiraz etmediğinde de olmadık yaramazlık yapar.
- Olmaz çünkü sanatta ihale olmaz.
- Olmaz çünkü sanat ne ayıp dinler, ne itaat...
- Olmaz çünkü sanat vesayet altına girmez.
- BESİM TİBUK: O günlerde deli fişek gibiydi. Kafası bozuktu. Kimseye eyvallahı yoktu. Hiç çekinmeden konuşurdu... Her taraftan genelkurmay rüzgârlarının estiği bir akşam televizyonda hiç çekinmeden “ben başbakan olsam bu genelkurmay başkanını anında emekliye sevk ederim” demişti.
- MUSTAFA YALÇINER: Deniz Gezmiş’in arkadaşı... Yıllardır hapislerde yatmış bir isim... 28 Şubat’a destek verenlerin Deniz Gezmiş’i de kendilerine bayrak yapmaya kalkışmalarına karşı en soylu çıkışı o yaptı. Televizyona çıkıp “Deniz Gezmiş darbeci değildi” dedi. Deniz Gezmiş’in yakın arkadaşı olduğu için onun bu çıkışına bir cevap verilemedi.
- ÜNAL EMİROĞLU: Askerlerin savcı ve yargıçlara brifing verdiği gündü. Akşam haberlere çıkıp buna itiraz edecek hukukçu aradık. Bir tek o “tamam” dedi. Haberlere çıktı ve lafı hiç eğip bükmeden “bu yanlıştır, hukuka aykırıdır” dedi. Sonuç? Çevik Bir imzalı ihbar mektubuyla, birlikte Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandı.
- YALÇIN ÖZER: Türkiye gazetesinin başyazarıydı. İktidarın Çiller kanadına destek veriyordu. Darbeye karşı en sert yazıları yazıyordu. Gazetesine baskı yaptılar. İşinden oldu... Yıllarca yazı yazamadı... Zalimlerin hesap verdikleri günleri göremeden vefat etti. Allah rahmet etsin.
(Hürriyet)