Papa’yı rahat bırakın

Hiç beğenmedim Alman mizah dergisi Titanic’in yaptığını. Her şeyin mizah konusu olabileceğine inanmış biri olarak, bu söylediğime ben de şaşırıyorum ama, gerçekten beğenmedim. Çok çarpıcı bir muhalefet aracı da olabilen mizaha, özellikle muhataplarının katlanabilmesi bir olgunluk meselesidir. Muhataplarından mizah yoluyla kendilerine yapılan eleştirilere hoşgörülü olmaları beklenir.  Böyle bir prensip var çünkü. Kabul.


Ama insani değer denen bir olgu da var, ki, hiç bir prensip bu değerin önüne geçmemeli. Papa’ya yapılan eleştiride kantarın topuzu kaçmış belli ki.  Bu yüzden, günahım kadar sevmesem de,  Titanic adlı derginin, onu, montaj tekniğinin yardımıyla altına kaçırmış biri olarak kapağa taşımasını doğru bulmadım.


Duyduğumuzda, hele kızgınlığımıza da pek bir uygun düşüyorsa, hoşumuza giden  söylem ya da tutumların, aslında hedefteki muhataptan daha çok, hem de hiç ummadığımız kişileri ya da değerleri sıfırladığını düşünmüyoruz. İnsan oğlu/kızının bir sürü kötü huyundan biridir bu.


Mizah tabii yaratıcı zekaların ürünü.  Söz konusu dergide de, Papa’nın Vatikan’dan dışarıya haber sızdırılmasıyla dalga geçmek için, altını tutamayan biri gibi gösterilmesi elbette çok yaratıcı. Ancak çok da yaralayıcı.  Tabii ki, dışkılığın bu kadar ayan beyan ortalığa sergilenmesine itiraz ediyor değilim sadece. İtirazım, özellikle yaşlılıkta rastlanan “çok insani” bir durumun, Papa’ya kızıyoruz diye, kişiyi gülünç duruma düşüren bir malzeme olarak kullanılmasına.


Bir de, ben bu dışkılık esprilerine neden gülündüğüne de anlam veremem. İngilizlerin VIII. Henry adlı kralları pek bir gülerdi bu esprilere. Soytarısı Will Summer sürekli dışkılıkla ilgili espriler yapardı. Bayılırmış Henry. Kralı güldürmüş olması, benim gözümde dışkılığı hiç de soylu bir gülmece malzemesi yapmıyor yine de.


Dışkılığı faydalı görenler de var tabii ki. Ortaçağ Avrupa köylüsü insan sidiği ile dışkısının toprağın beslenmesine yardım ettiğini düşünüyordu örneğin. İnsanın çok sık yıkanmaması gerektiğine  de inanılıyordu bir zamanlar.  Çünkü kurumuş dışkı ile sidikten oluşan tabaka bedenin bir parçası haline geliyor. özellikle kundaktaki bebekler için hayli koruyucu bir madde haline dönüşüyordu. Öyle biliyorlarmış. Ama buna inanan yok şimdi günümüzde, ne mutlu ki. Dolayısıyla ne mizah ne de kullanılacak yararlı bir malzeme olarak şu dışkılığa ihtiyacımız olmamalı artık.  


Bu Papa, diğer bir çok papa gibi, evrensel gericiliğin temsilcisi. Yaptığı, ettiği her şeye karşıyım haliyle. Hele çocuk tacizine karışan kilise çalışanlarının kurbanlarından özür dilememekte ısrar etmesi bu adamdam nefret etmem için fazlasıyla yeterli.


Ancak, tüm bunlara rağmen, derginin esprisine gülmedim. Çünkü  derginin kapağında altına kaçırdığı hicvedilen o kişi Papa değil benim gözümde. O yaşlı bir adam her şeyden önce. Günümüzdeki ayrımcılıkların en garip, en anlaşılmaz olanıdır şu Ageizm dediğimiz yaş ayrımcılığı hastalığı. Bizim başbakan da çok sık yapar bu ayrımcılığı. Deniz Baykal’a “gelmişsin yetmiş yaşına”diye başlayan cümleler kurduğu olmuştur sık sık. Hoş değil.


Başta alzehimer hastalığından muzdarip olanlar olmak üzere, yaşlılığa bağlı nedenlerden ötürü altına kaçıranlar var ki, trajik bir durumdur bu. İnsanların ellerinde olmayan nedenlerle, kendilerini sosyal hayatta çok zor durumda bırakan sıkıntılarının, sağlıklı insanların elinde başkalarını küçük düşürecek bir malzeme olarak kullanılması yaralayıcıdır.


Yaşlılığı bir hastalık olarak gören zihniyet, biliyorum çok aşırıya gideceğim ama yaşlıları gereksiz de görebilir pek ala. Her yaşlı papa da bugünkü papa gibi değil kaldı ki. 1891 de Papa XIII. Leon’un işçilerin devletçe korunması için bildiri yayınlamışlığı da vardır ki, palavra falan ama olsun, iyi bir örnektir yine de.


Hem bize ne birinin altını tutamamasından? Faruk Beşer adlı bir ilahiyatçı profesör (!) var. “Kadınların kendilerini aldatan erkeklere tahammül etmesi ibadettir” diye bir cevher yumurtladı örneğin. Adamın ağzından çıktı bu laf, başka yerinden değil.


Hangi yazardı hatırlamıyorum, kızdığı bir başka yazara şöyle yazmış: “Senin kıçın o suyu kirletmeye yetmez, kafanı da sok kafanı”. Yani kişinin herşeyi kirleten tek organı var, o da kafası. Sibel Üresinleri, Faruk Beşerleri görünce bunun tersini düşünmek mümkün mü?


Tabii ki papaya ne yapıldığıyla ilgili değilim ben. Merhamet duygularım onu kapsamıyor. Ben yaşlı birinin, papanın rezilliklerinin, kendisinin de muzdarip olduğu bir dertle sergileniyor oluşundan duyacağı üzüntüyle ilgiliyim. Yoksa bana ne papadan? Konuştukça batan biri o. Kübalılara komünizmden vazgeçin diye vaad veren de o, kürtajı günah sayan da. Ağzını açtıkca gericilik saçıyor yani.


O duruma düşmesini asla istemem ama eğer bir gün olur da altına kaçırırsa, bunun kimseye bir zararı olmaz.


Altını değil, çenesini tutsun yeter.


Sahiden yeter.