Mavi Marmara filosuyla ilgili olarak şimdiye kadar üç rapor hazırlanmıştı. 31 Mayıs 2010 tarihinde İsrail silahlı kuvvetlerinin kıyılarından 72 deniz mili mesafede 37 ülkeden sivil toplum kuruluşlarının 6 gemi ile Gazze’ye yardım malzemeleri götüren filoya yapılan saldırı olaydan bir kaç ay sonrasında Eylül 2010 tarihinde Türkiye Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan 74 sayfalık bir raporda dünya kamuoyu ile paylaşılmıştı.
Bu rapordan sonra İsrail hükümeti de Jacob Turkel başkanlığında bir heyete benzer bir rapor hazırlatmış ve Ocak 2011 tarihinde yayınlanan bu raporda İsrail devletinin filoya saldırısının uluslararası hukuka uygun olduğunu belirtilmişti. Bu raporun en ilginç detaylarından birisi de İsrail otoritelerinin dur ihtarına karşı gemilerden birisinden “Auschwitz’e geri dönün” şeklinde bir cevap alınması iddiasıydı.
Tabii olarak da böyle bir iddia üzerine kurulan 300 sayfalık rapor hem komisyonda yer alan isimler açısından (David Trimble) hem de artık tüm dünyada genel kabul görmüş anti-semitizm suçu açısından oldukça İsrail yanlısı bir sonuca ulaşmıştır. Komisyon üyelerinden Baron Trimble ise “uluslararası” olduğu iddia edilen bu komisyona muhtemelen, İspanya eski başbakanlarından Jose Maria Aznar tarafından başlatılan ve aralarında Peru eski başkanlarından Alejandro Toledo, İtalyan felsefeci Marcelo Pear, ABD’nin Birleşmiş Milletler nezdindeki eski büyükelçisi John R. Bolton ve İngiliz tarihçi Andrew Roberts gibi isimlerin yer aldığı ve Yahudi olmadıkları halde İsrail devletinin varlık hakkını tanıyan “İsrail Dostları İnisiyatifi”nin kurucularından birisi olduğu için seçilmişti. Turkel Komisyonu’nun raporu özetle, İsrail ordusunun yaptığı katliamı ve Gazze’ye uygulanan ablukayı haklı gösteriyordu.
Ancak ABD ve Türkiye’nin israrı ile ve Türkiye’den bir üye (emekli büyükelçi Özdem Sanberk) verdiği Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin inisiyatifi ile kurulan Sir Geoffrey Palmer başkanlığındaki komisyonun raporu ise geçtiğimiz günlerde önce New York Times gazetesine sızdırıldıktan sonra yayınlandı. Bu rapor, öncelikle hukuki bir rapor olmaktan çok siyasi bir rapor olup iki devlet arasındaki ilişkileri düzeltme amacıyla kaleme alınmıştır. Fakat sonuç olarak İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ablukayı uluslararası arenada meşrulaştırdığı gibi İsrail’i de yapmış olduğu katliamdan aklamıştır. Bu rapora Türkiye’den gelen ilk tepkiler arasında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “yok hükmündedir” nitelemesi ise oldukça yerindedir. Ama bence biraz eksiktir; şöyle ki, bu rapor “yok hükmünde” olmayıp “void ab initio” olarak nitelendirilmelidir.
Hukuki bir terim olan “void ab initio” Türkçeye “başından beri geçersizdir veya başından beri yok hükmündedir” olarak tercüme edilebilir. Palmer Raporu zaten en başta kaynaklarının İsrail ve Türkiye’den diplomatik yollarla elde edilen bilgilere dayandığını itiraf etmektedir (sayfa 7-8). Herhangi bir görgü tanığını dinlemeden ve sivil toplum örgütlerinin görüşlerini almadan ve daha da önemlisi hakikate ve gerçeklere dayanmadan bir rapor hazırlandığını itiraf etmek zaten 105 sayfalık raporun gerisinin de geçersiz olduğunu kabullenmek demektir.
Fakat raporun bu haliyle yayınlanmış olması İsrail gibi istediği zaman ve istediği yerde şiddet uygulayabilen bir devlete açıkça koz vermiştir. Raporda benim dikkatimi çeken bilgilerden birisi de Gazze’de bir liman yapılmasını engelleyen İsrail’in deniz ablukasını haklı göstermesidir. Zaten silah gibi malzemelerin liman olmadan Gazze’ye aktarılmasının mümkün olmadığı bir ortamda ablukayı haklı gösterebilmek gerçekten önemli ve ciddi bir maharet istemektedir. Raporun tavsiyesi olan “keşke İsrail bu tür insani yardımları taşıyan gemileri önceden durdurup yüklerinde silah olup olmadığını kontrol etseydi” gibi bir mantık da zaten İsrail’in ancak yakın zamanda bölgeye geçmesine izin verdiği makarna, maydanoz veya boya kalemleri gibi malzemelerin de bir ülkenin güvenliği açısından ne kadar ciddi sonuçlar doğurabileceği mantığıyla eş değerdir.
Gemiye binerken İsrail otoritelerince aranacaklarını önceden bilen ve bu sebeple onlara her hangi bir koz vermek istemeyen sivil toplum kuruluşu üyelerinin sıkı sıkı arandıkları ve yanlarında bırakın herhangi bir silahı, İsviçre Ordu Bıçağı denilen çok amaçlı anahtarlıkları bile engelleyen bir inisiyatife ağır silahlarla donatılmış komandolarıyla saldırabilen bir ülkenin belirli odaklara hazırlatılan “baştan beri yok hükmündeki” raporlarla aklanmasına artık medeni dünyanın “dur” demesinin vakti çoktan gelmiştir.