KCK operasyonlarında gelinen nokta, bir öğretim üyesi ve bir yayıncının tutuklanması Türkiye’de ilginç tartışmaları gündeme getirdi.
Tartışmaların başında da güvenlik ve özgürlük konuları geliyor.
Kavramlar, o kavramları kullanış, yazış biçimlerimiz düşüncemizi de doğrudan belirliyor.
Kavramlar olmadan düşünemiyoruz, bir anlamda da o kavramların düşünce esiri oluyoruz.
Türkiye’de, sadece Türkiye’de değil, aşağı yukarı her yerde özgürlük-güvenlik dengesi diye adlandırılan bir kavram mevcut.
Bu kavrama alışmışız, kullanıyoruz, üzerinde çok da düşünmeden kullanıyoruz, mutlak bir doğrudan bahseder gibi kullanıyoruz, bu kavramı eleştirsek de, desteklesek de, kendi paradigması içinde eleştiriyoruz, ya da destekliyoruz, siyasi pozisyon alışımıza göre, güvenlik ayağının çok güçlendiğini, özgürlüklerin geriye atıldığını söylüyoruz, ya da tersini dile getiriyoruz, yani özgürlüklerin genişlemesi nedeniyle güvenlik zafiyetinin doğduğunu iddia ediyoruz.
Özgürlük-güvenlik dengesi kavramı tipik bir soğuk savaş kavramı.
Bir tahtıravalli gibi, güvenlik yükselir ise, özgürlüğün aşağıya ineceğini, ya da tam tersini bellemişiz, bu bellemişlik ya da bellenmişlik de sürüp gidiyor.
Bu işten nemalanan da çok sayıda kişi ve kurum var; ekranlara çıkıp, ciddi bir ifade takınıp, özgürlük-güvenlik dengesi diyorlar, anlatıyorlar da anlatıyorlar.
Kimse de çıkıp, “yahu bu kavramın özü sakat, aşılmış bir kavram, artık 21. Yüzyılda özgürlük-güvenlik dengesi yok, özgürlük-güvenlik merdiveni var demiyor.
Evet, özgürlük-güvenlik merdiveni.
Yani, ya özgürlük ve güvenliğe beraber tırmanacaksın, ya da her ikisinde birden aşağıya düşeceksin, en azından irtifa kaybedeceksin.
Çok net söylüyorum, özgürlük-güvenlik dengesi kavramı, paradigması baştan aşağıya yanlış bir paradigmadır, bir soğuk savaş artığıdır, birilerinin nemalandığı yanlış bir alandır.
Özgürlük-güvenlik dengesi paradigmasının yanlış bir paradigma olduğunu da en iyi biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bilmesi gerekir.
Bugüne dek hangi meseleye özgürlük-güvenlik tahtıravallisi mantığıyla yaklaştık ise, o meselede duvara çarptık, seneler, insanlar, kaynaklar yitirdik.
Kürt meselesi, en günceli olduğu için bu örneği veriyorum, özgürlük-güvenlik dengesi tahtıravalli paradigmasının en korkunç sonuçlarıyla iflas ettiği örnektir.
Kürt meselesi ve sonuçları ortada durur iken, buraya da o saçma sapan özgürlük-güvenlik dengesi kavramı ile gelmiş iken, bugün KCK meselesinde hala bu paradigmaya, sanki doğru imiş gibi gönderme yapmak, bu anlamsız sözde dengenin hala sonuçlar üreteceğini sanmak herhalde, en hafif deyimiyle, yanlışların en büyüğüdür.
Ülkeler, toplumlar, bölgeler ve nihayetinde bütün dünya daha özgür olduğu ölçüde güvenli olacaklar, özgürlükten geri adım attıkça da güvenlikleri tehlikeye girecek.
Aynı merdiven, güvenlik açısından da varit, daha güvenli toplumlar daha özgür olacaklar, güvenlik tehlikeye girdikçe özgürlüklerini de yitirecekler.
Bugün için kimilerinin kulağına AB örnekleri hoş gelmeyebilir ama AB kendini bir özgürlük-refah-güvenlik bölgesi olarak tanımlar ve bu kavramlar arasında bir tahtıravalli değil, bir merdiven, bir aynı yön ilişkisi belirler.
Bir gayret edelim ve özgürlük-güvenlik dengesi kavramını dilimizden söküp atalım ve özgürlük-güvenlik merdiveni diyelim.