Ortadoğu’yu anlamak
Tunus, Mısır, Yemen, Bahreyn, Libya ve Suriye’de milyonlarca insan özgürlük ve adalet istedi. Bunun ilk sonuçları da Tunus ve Fas’ta, bir isyanı önlemek amacıyla yapılan reformlar kapsamında alındı. Mısır’da ise siyasi arenada İslamcılar ön plana çıkıyor. Bazıları halk hareketlerinin yönlendirildiğini iddia ederken bazıları bunun demokratik sürecin sonucu olduğunu iddia ediyor. Fakat bu ülkelerde gerçekte neler oluyor? Büyük güçler bu süreci nasıl yönetecek? ABD, Avrupa ülkeleri, Rusya ve Çin’in yanı sıra Türkiye’nin de buna dahil olmayacağını düşünmek çocukça bir yaklaşım olacaktır. İsrail asla pasif bir izleyici olmayacaktır. ABD de durumu az da olsa kontrol edebilmek için büyük çaba harcamaktadır. Peki Batılı ve Doğulu güçler ile bu ülkelerdeki askeri elit ve İslamcılar arasındaki anlaşmanın içeriği nasıl olabilir? Tunus, Fas ve Mısır’da eskiden şeytanlaştırılan İslamcı partiler işbaşına geldi ve Batı yükselişlerini önlemek için hiçbir şey yapmadı. Neden?
İslamcılar değiştiler. Fas’tan Mısır’a, hatta Filistin’e kadar bütün Asya’da hep pragmatikler ve yeni siyasi politik duruma adapte olabiliyorlar. Ortadoğu’daki güç dengesinin değiştiğini biliyor ve ona göre tavır alıyorlar. Ancak birbirine zıt beklentilerle yüz yüzeler: kendilerini iktidara taşıyan İslami prensiplere sadık kalırken, diğer yandan Batı’nın demokratik süreçten ekonomik yaklaşımlarına ve İsrail’e karşı tutumlarına kadar esnekliklerini test eden baskısıyla karşı karşıyalar.
***
Türkiye örneği ilginç olsa da, Ortadoğu’ya referans olamaz. Bu ülkelerin ne tarihleri, ne aktörleri ne de karşı karşıya oldukları meydan okumalar aynı. Arap dünyasındaki İslamcılar seçimleri kazanmış olmaktan memnun olsalar da tarihlerinin çok daha hassas bir dönemine giriyor olabilirler. Muhalefet olarak sahip oldukları güvenilirliği kaybedebilirler; eğer siyasi çizgilerini çok çok fazla değiştirir ve kendi siyasi programlarını terk ederlerse de, eski çürümüş rejimlerin İslami bir versiyonu haline gelebilirler. Kazanmaları, kaybetmelerinin başlangıcı olabilir.
Ortadoğu’da son derece önemli ve karmaşık bir süreç yaşanıyor ve kesinlikle bir dönüm noktasına işaret ediyor. Libya’nın geleceği perde arkasında, yeni potansiyel liderler ve askeri müdahalede bulunan Batılı güçler tarafından şekilleniyor. Şeffaflık söz konusu değil: sözde “insani müdahale” ise artık açıkça gördüğümüz jeostratejik hedefler uğruna gerçekleştirildi. Tek bildiğimiz, sadece bir şeylere şahitlik ettiğimiz. Suriye’ye ne olacağını kimse bilmiyor. ABD, Avrupa ülkeleri ve İran, dahil olmaktan kaçınıyor. Başka alternatif de yok gibi. Şayet Suriye rejimi yıkılırsa, onun bölgesel müttefiki olan İran çelişkili biçimde ya daha büyük bir tehdit haline gelecek ya da aksine, önemsiz bir tehdide dönüşecek. İran’a yönelik kampanya bu çerçevede değerlendirilmeli. Her şey, Amerika’daki suikast teşebbüsü (İran’ın Suudi büyükelçisini öldürmek istediğine inanmamızı istiyorlar) ve Suudilerin Amerikalılara “yılanın başını ezin” demesiyle başladı. Sonra ise uluslararası bir koalisyon oluşturmak için İngiliz büyükelçiliğine yapılan saldırı kullanıldı. İran ise çok boyutlu bir strateji yürütüyor. Bir yandan halkın desteğini garantilemeye yönelik adımlar atarken diğer yandan da uluslararası ilişkilerini güçlendiriyor. Ancak düğüm sıkılıyor ve mevcut rejim açısından endişe verici bir durum ortaya çıkıyor. Ülkede şeffaflık ve özgürlük olmamasına rağmen İran’ın hala bazı müttefikleri ve önemli avantajları var. İran’daki demokratik güçler ve halk, rejimi değiştirmek için harekete geçecekler mi yoksa yeni bir savaş mı çıkacak? Gelecek net değil.
Ortadoğu’daki siyasi gelişmeler ne yönde olursa olsun, “uluslararası toplum” onları üç temel kritere göre değerlendirecek: ne tür bir ekonomik sistemi benimseyecekler; İsrail’e karşı yaklaşımları nasıl olacak ve Şii-Sunni ayrımı konusunda ne tür bir tutum takınacaklar. Ortadoğu’yu anlamak için bu üç faktörü de unutmamak lazım. Ortadoğu coğrafyası değişirken, bazı konularda İslamcılar, İsrail-Filistin çatışması hariç, beklenilenden esnek olabilirler. Ancak Müslümanlar iç ve dış politikada sert gerçeklerle yüzleşecek; esas mücadeleyi de iç meselelerde ve özellikle de tatsız bir mesele olan Şii-Sunni sorununda verecekler. Bu zamanımızın en önemli sorunlarından biri ve kimse kendi zayıflığını eleştirmek varken, düşmanlarını çok güçlü olmakla suçlayamaz.