Onlar ölürken...
Onlar ölürken siz ne yapıyordunuz?
Biz ne yapıyorduk?
Muhtemelen aklımıza takılan bir sorunla uyuyakalmıştık.
İşte biz sıcacık yataklarımızdayken...
Belki bir anne yatağından fırladı, içine bir ateş düştü; dua okumaya başladı, “Allahım oğlumu koru“ diye...
İşte tam o sıralarda...
Onlar
ölüyordu...
Teker teker ölüyorlardı.
Belki çatışarak, belki gafil avlanarak, birbirlerini görerek
ölüyorlardı.
Onlar ateş altındayken...
Annesi sabahı zor etti.
Kapı çalınmasın, telefon çalmasın diye yorganın içine sığındı. Oradan hiç çıkmak istemedi.
Televizyonu, radyoyu açmaktan, gazete okumaktan korkuyordu.
Oysa bir başka asker, o sırada onların evine doğru geliyordu.
Az sonra kapısını çalacaktı.
Nasıl söyleyeceğini düşünerek... Başı öne eğik dursa yeter miydi?
O sırada biz ne yapıyorduk?
Haber bomba gibi düşmüştü.
Herkesin ama herkesin içi yanmaya başladı. Öfkeye hâkim olmak çok güçtü...
Çok güç!
24 şehidin evlerinin kapısı çalındı dün.
Kapının dışında başı öne eğik başka bir asker duruyordu...
Onların derin acıları bizim öfkemiz, isyanımızla birleşti.
İşte tam o sıralarda açıklamalar, basın toplantıları yapılıyordu...
“Metanetinizi kaybetmeyin.”
“Bunun hesabı mutlaka sorulacak.”
“Elbette hizaya gelmeyeceğiz.”
***
Elbette metanetimizi kaybetmeyeceğiz...
Elbette hizaya gelmeyeceğiz...
Hatta 3-5 güne kalmaz, normal yaşantımıza bile döneriz.
Normal yaşantımıza!
Akşam eve dönerken bir patlamanın içinde kalma olasılığıyla...
Her yerde bomba aramalarıyla...
Patlatılan paketleri kanıksayarak...
Sayıları 4’ün üzerine çıkarsa şehit şehitten sayılarak...
Tetikte...
Normal hayatımıza...
Ta ki, bir başka saldırıya kadar...
Bir başka annenin kapısı çalınıncaya
kadar...